Aşığım Ona

Şenol Durmuş kullanıcısının resmi
"Aşığım ona, bana getirin onu. Onunla evleneceğim" diyordu. Hepimiz de şok geçirmiştik. Şaşkınlıkla ona bakıyorduk. Ne diyordu bu Allahın belası serseri. Semtte becermediği kız kalmamıştı ama hala “bu son aşkım, bu son ulan!” diye haykırıyordu.

Üstelik peşimizde polisler varken. Zavallı iki adamın hastanede kemikleri düzelirken, bir it sürüsü gibi sığındığımız bu evde adam bizlere bir anda “Aşığım” diyordu. "İki kişi hemen gitsin, teslim olsun, suçu üstüne alsın” dedim öfkeyle. Bütün gözler en zayıflara döndü. Dokuzumuz da biliyorduk o zayıfları. Neden çıkmak istemiyorlardı? Hakan neden korkuyordu? Sedat neden çıkmak istemiyordu? “Çıkın ulan korkak herifler, hadi gidin teslim olun da peşimizi bıraksınlar” dedim. Tayfun benden de öfkeliydi. “Ama” dedi Sedat. “Fakat” diyordu Hakan.  “Ama’sı fakat’ı falan yok lan, haydi” dedik. Gittiler karakola. Sonradan haber geldi. Komiser: “Tamam” demiş. “Iki kişi de yeterlidir”

 Bizleri azat etmiş güya. Güldük. “İsterse azat etmesin lavuk”dedik. Biz mi yamandık, yoksa karakol mu? Komiser Zeki o göbeğini şişirmek için mecburen bizden yol alacaktı. Bekçi Kemal de sokaklarda kazasız belasız dolaşmak istiyorsa yol verecekti. Yoksa o süslü üniformaları onları kurtarmazdı. 



Bir olayı da iki kurbanla atlatmıştık o gece. O gece içtik hiç durmadan, sürekli. “Aşığım,”diyordu hala. “Onu bana getirin, evleneceğim.  Artık bu yolu size bırakıyorum” diyordu bizim eski çete lideri hırsız. Bana döndü. “Bundan sonra bunları sen idare et sana güveniyorum.” diyordu. Beni onure ettiğini zannediyordu korkak herif. Onu biliyordum. Sadece kıçını kurtarma derdindeydi. O da emindim bunları çok iyi biliyordu. Az bir zaman kalmıştı onu kaybetmeye. "Aşığım ona âşık, onu kimseye yar etmem, bana yardım edin" dedi o gece hiç durmadan, defalarca. Emrimizdeki kullarımız, çocukluk arkadaşlarımız, kölelerimiz, köpeklerimiz “Kim o, kim o” diye durmadan sordu. Kim olacaktı? Mahalleye yeni taşınan, hani Edirne’den gelen o sarışın kız var ya, hani o daracık kot pantolonu ile koca kıçını becertmek için sabahtan akşama kadar dolaşan Filiz’di işte... O aç gözler arasında sadece bizim piç kurusu hırsız Tayfun, o cesareti göstermişti. “Onu birileri bulsun, araya girsin konuşsun onunla hemen evlenmek istiyorum” dedi tekrar. Emir verilmişti sokağa. 



Sürümüz tek tek dağılırken iki halef selef baş başa kaldık. Göz göze geldik. O güven vermeyen bir çift hain göz yine bana bakıyordu. “Oğlum sen ciddi misin” diye yeniden sordum. Yemin etti, binlerce kez etti. Ağlıyordu. Şok geçirdim. Bu orospu çocuğu gerçekten âşıktı. "O benim namusum artık" dedi, bana sarıldı. "Kardeşim benim, sen benim kardeşimsin, ulan Allahsızlar" diye haykırıyordu. Evlerden camlar, çerçeveler açıldı. Dedikoducu ihtiyarlar, becerilmek isteyen ev hanımları bizi izliyordu. “Bağırma lan beygir gibi, daha yeni kurtulduk beladan hadi gidelim şuradan” dedim. Gittik. Ertesi gün geldik. Bazı köpeklerimiz sokaklarda harekete geçmişti bile. Filiz’in evi etrafında, çevresinde dönenler, dolananlar oldu. Sonra adamlarımızın aile büyükleri, yakınları, o evin kapısını çaldı. Muhterem yaşlı insanlar, anneler, babalar o eve girdi. Hayırlı bir iş söylentisi yayıldı sokaklara. Taksi durağının önündeki çete durağımızda otururken Filiz ile Tayfun önümüzden geçti. Kol kola girmişlerdi. Neşe içinde gülerek geçtiler. O koca kıçına binlerce küfür saydırdık hep beraber. Tayfun’un emekli pavyon karısı annesine de saydırdık. Birbirimize şüphe içersinde bakmıştık. O küfürler arasında mahcup bakışlar, suçlu gözler soruyordu? Acaba hangimizdi Tayfun’un anasını beceren? O çocuk sevici kadınla hangimiz yatmıştı? O eve girip çıkmayan bir kişi mi kalmıştı sanki? Kim ne yalan söylesin? Başlar öne eğildi bir suçlu telaşı ile. 



Bir hafta süre geçmişti ki o haberi duyduk. Mahallemizin pezevenk kuyumcusu onlara bir nişan yüzüğü takmıştı. Tayfun artık bizden kopuyordu, bunu hissetmiştik. Üç gün geçmeden yeni bir haber aldık. Filiz çeyizi ile Tayfun’un evine taşınmıştı. Tayfun’un emekli pavyon karısı annesi “O benim kızım artık, namusum o benim” demiş.“Evlenene kadar artık burada kalacak, o çakallara kızı kaptırmam”  

O haberden sonra senelerdir ilk kez onsuz bir kutlama yaptık meyhanede. Kahkahalar, küfürler, meyhanede sağa sola yayıldı durdu. Diğer müşterilerin, garsonların korku içersinde bizi izlemelerine aldırmadan yine durmadan içtik. Sarhoşluğun verdiği cesaretle de olsa bana da sordular: “Sen ne zaman evleneceksin? Evlen de senden de kurtulalım.” derken kahkahalar ortalığı inletiyordu.

 Meyhane çıkışı o gece yine sokaklara girişimiz, önümüze çıkana saldırmamız, gece bekçileriyle dans etmemizden sonra kazasız belasız evlerimize dönebildik. Tayfun’u kaybetmiştik, hepimiz üzülmüştük. Üç gün geçmişti. Her zaman olduğu gibi ihtiyar emeklileri soymak için kahvede okey masasındaydım. Eli ayağı titreyen sefiller üç kuruşlarını kaptırmamak için o gün canını vermeye hazırdı. Beni soymuşlardı. Şans kâinattan geliyordu onlara... “Siz” dedim “Öldükten sonra yeniden mi dirildiniz, bu ne şans?” diye haykırırken ihtiyar keçiler gülüyordu. Çocuklardan birkaçı heyecanla masamıza gelene kadar... 



“Filiz seni bekliyor” dediler. “Parkta...”

 Masadan kalktım, alelacele. Ne olmuştu? Tayfun’un başına acaba bir şey mi gelmişti? Parka girdiğimde bir bankta onu otururken gördüm. Sarı saçlarını düzeltirken tepesindeydim.

“Hayrola Filiz bir şey mi oldu?” dedim.

“Sen onun en iyi arkadaşıymışsın öyle mi?” diyordu.

“Evet, öyledir ” diye cevapladım.

 “O evi terk ettim. Kendi evime de dönemem, bu gece kalacak bir yerim yok” diyordu. Ayağa kalktık yürüyorduk. Onu nerede yatırabilirdim. Ona neler olmuştu? Sokağın birinde tek katlı ahşap bir evin önüne gelene kadar hiç konuşmadık. Kapıya vurur vurmaz hayalet gibi çıktı karşıma şarapçı Sülo. Çürümüş bedeniyle, sakalları, leş kokusuyla bir ölü gibi bize bakıyordu. Kapıdan çekildi gülümseyerek. Böceklerin, farelerin leş dünyasına bir sarışın melek adım atmıştı. Kulağıma fısıldadı Sülo. “Ne olur bana da düşer mi düşmez mi bilmiyorum ama müsaade edersen en azından sizi seyredeyim ne olur. Elle de yaparım benim için fark etmez” diye yalvarıyordu. Leş bir odanın kapısını açarken örümcek ağları her yerimize yapışmıştı. Ondan daha beter leş bir yatak, korkunç bir şekilde çürümüş bir battaniye bizi bekliyordu. Ev sahibi oydu. Onun isteği bir şekilde olmalıydı. Bir köpek çaresizliğinde ona sığınmıştık... “Ellen yap ulan ama çaktırma.” dedim. 



Yatağa uzandık. Sordum ona, o cevapladı. O sordu ben cevapladım. Ne olmuştu? Ne olacaktı ki? Edirne”de iken eski nişanlısı onu becermişti. Babası çok kızmıştı bu yüzden onu İstanbul’a ablasının yanına göndermişti. Ablasının polis olan kocası da onu becerdikten sonra bir polis arkadaşına ikram etmişti... Peki, sonra ne olmuştu? Ne olacaktı. Tayfun bir kurtarıcı olarak karşısına çıkmıştı... Sonra o da Filiz’i bir hafta boyunca gece gündüz becermişti. Vücudunda dişlenmeyen, morarmayan bir yer kalmamıştı. Tayfun acımasız, sapık bir caniydi. Peki annesi evde yok muydu?.. O müdahale etmemiş miydi? Annesi elbette vardı. Yardımcı olmuştu ama Tayfun’a. İlk gece Filiz’i annesinin yatağında, annesinin yanında becermişti. Annesi de çıplaktı. Durmadan su, havlu taşımıştı. Peki bundan sonra ne olacaktı?.. Edirne’ye dönecekti. Eski nişanlısına, sonra da yeni bir hayata başlayacaktı. Peki, bu gece ne olacaktı? Ben onun için sorun olmayacak kadar iyi bir insandım. Artık o kadar olaydan sonra daha da beteri olamazdı. Ona tüm şefkatimle sarılmaktan başka bir çarem kalmamıştı."Üzülme, yaşamın gerçekleri böyle işte. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir." diyordum... O da bana tüm şehvetiyle, insanlığa sarıldı. 



Sesler duyuyorduk. Önce hırlayan bir köpeğin sesi sandım. Sonra tahta bir aralıktan sakallarını fark ettim şarapçı Sülo’nun. Gittikçe hırlıyordu. Gece yarısı birden yatağın başında dikilmişti Sülo. “Kalk diyordu, acele et çabuk kalk.” “Kim o?“ dedim. Bilmiyormuş. Koşar adım indim aşağıya. Hasan karşımda kudurmuş gözleriyle bakıyordu. Zil zurna sarhoştu. “Hadi işin bittiyse sıra bende” diyordu. “Diğerleri de parkta bekliyor sırayla gelecekler çabuk ol, Tayfun da orada seni bekliyor” diyordu. Midem bulandı. Kusacaktım, gözüm karardı. Gırtlağına yapıştım. Bıçağım ense kökünde hazır bekliyordu. Ona soruyordum.“Senelerdir Tayfun’un anasını becereni merak etmiştiniz değil mi? O işte bendim. Şimdi git ona aynen söyle. Sende ananınkini merak ediyor musun hadi söyle bana lan?.. Diyordum... 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...