Bebek

Sırrı Ayhan kullanıcısının resmi
Kaldığım şehir birçok özelliğiyle insanların ilgisini çeken Almanya'nın önemli bir yerleşim birimidir. Tarihi Dom Katedrali, müzeleri, fuar alanı, taksi kullanırken çoğu zaman yanından hayranlıkla geçtiğim Rhein Nehri şehre ayrı bir renk katar.

Saatlerdir direksiyon başında iş kovalamama karşın dişe dokunur iyi bir tur yakalayamamıştım. Akşama doğru yol kenarında bir kadının el kaldırdığını görüp, “Taksi!” diye seslendiğini duyup durdum. Kucağında küçük bir bebek, kolunda bir de sepet vardı.  Kapıyı açıp saygılıca onları arka koltuğa yerleştirdim.  ''Nereye, ne tarafa gideceğiz, hanımefendi?” diye sordum nazikçe.
 ''Şoför Bey, bizi Frankfurt şehir merkezine götür. Frankfurt tren istasyonuna yakın bir yere varalım, ben size adresi tarif ederim.” dedi.
Tamam, hanımefendi.” deyip marşı çalıştırdım.

Son turda iyi bir iş yakalamanın sevinciyle yola çıktım. Yolcum genç ve güzel bir kadındı. Göz ucuyla dikiz aynasında çaktırmadan kadına bakıyor, onunla konuşmak istiyordum, ama o hiç oralı değildi. Ara sıra ağlayan bebeğine mama veriyor, bazen de emziriyordu.

Tatlı hayallere daldım.  Müşteriyi bıraktıktan sonra arabayı bir yere park edip kent merkezinde gezmeyi düşünüyordum.  Hem günün yorgunluğunu atmak hem de bol olan eğlence yerlerinin birinde felekten birkaç saat geçirmek istiyordum. 
Gide gide merkeze vardık. Tren istasyonuna yaklaştığımız da kadın ''Sağa gidin, sola dönün, doğru gidin, şuradan ileriden…” diye diye yolu tarif edip yüksekçe bir binanın önünde durmamı istedi. Binanın önünde yavaşça durdum. Taksinin saatini kapattım: 
''Üç yüz yirmi yedi Euro, efendim.” dedim.
Kadın hemen arabadan inip ''Çocuk burada kalsın. Ben yukarıdan parayı alıp hemen döneceğim.” dedi.
“Hanımefendi, çocuk ağlarsa ne yapacağım?  Durun ben de sizinle yukarıya geleyim.''
''Beyefendi üç dakika içinde döneceğim. Bebek yanınızda kalsın, hemen geliyorum,'' dedi.
''Peki hanımefendi, dediğiniz gibi olsun.'' dedim.
Dışarı çıkıp bir sigara yakarak kadını bekledim. Çok geçmeden çocuk uyandı, ağlamaya başladı.
Sigaramı söndürdüm. Çocuğu kucaklayıp dışarıya çıkardım. Güzel yüzlü, zayıf görünüşlü, ela gözlü bir kız çocuğuydu. İçimden söyleniyordum. ‘Güzel çocuk! Burada doğmakla kim bilir ne kadar şanslısın. Annen, baban, kim bilir sana neler neler almış, iyi bir gelecek sağlamak için ne olanaklar hazırlıyorlardır.  Bazı ülkelerde çocukların pek şansı yoktur. Çoğu doğru dürüst elbise, yemek, ilaç bile bulamıyor. Gerçi burada da çocukları bir sürü dert ve tehlike bekliyor. Umarım senin geleceğin iyi olur.'
Kadının gecikmesi telaşlandırmıştı beni. Gideli on beş dakikayı geçiyordu. Gelen giden yoktu. ''Niçin gelmedi acaba? Belki evde parayı temin edemedi.  Yoksa bankaya mı gitti?” diye kaygılanıyordum. 
Çocuk da ağlamasını sürdürüyordu. Nasıl susturacağımı da bilmiyordum. Baktım gelen giden kimse yok. Ben ne yapacaktım. Kadın hangi daireye girdi acaba? Gidip hangi apartmanın giriş kapısında dursam, hangi zile dokunsam acaba? Neden ismini sormadım diye kendi kendimi kahrediyordum. 
Rastgele bir dairenin zilini çaldım. Açılan apartman kapısından yukarı çıktım. Kapısı açık olan daireden bana tuhaf tuhaf bakan bir kadın: 
''Ne istiyorsunuz?'' diye sordu soğuk bir sesle.
''Efendim ben taksiciyim, genç bir kadın bu bebeği bana bırakıp yol parasını getireceğim diye dairesine çıktı. Acaba bu daireye mi girdi?'' dedim.
''Yok öyle birini tanımıyorum!'' dedi.
Teşekkür edip başka bir dairenin ziline bastım.
Kapının deliğinden bakıp ardından zincirli kapıyı aralayıp kızgın bir yüzle bakan bir adam ne istediğimi sordu. Bende durumu kısaca izah ettim. 
''Öyle birini tanımıyorum!” deyip kapıyı sertçe yüzüme kapattı.
Başka bir kapının zilini çalıp umutla beklemeye başladım.  Aralanan kapıdan uzun boylu , iri yarı biri başını uzatarak:
''Ne istiyorsunuz?  Kimi aradınız.''  diye sordu.
''Efendim rahatsız ettiğim için sizden özür dilerim. Ben taksiciyim. Bu bebeğin annesi para getireceğim diye dairenin birine girdi, hangisi olduğunu bilmiyorum. Acaba buraya mı geldi diye soracaktım.''
''Yok öyle birini tanımıyorum.''
''İçeriye bir bakabilir miyim?” dememle suratıma yumruğu yemem bir oldu. Burnum biraz kanadı: Bebek cıyak cıyak ağlamaya başladı.
''Defol buradan! Görmedim, tanımıyorum! Beni de akşam akşam rahatsız etme!'' dedi.
Yüzümün acısını, kucağımdaki bebeğin ağlayışı unutturdu. Kendi kendime “Adam haklı ya. Bu iş böyle olmayacak, kadın da neredeyse bir saattir ortada yok. En iyisi polis çağırayım.” diyerek oradan uzaklaştım. Yakındaki bir eczaneden rica ettim. Polis çağırmaları için. Bir de kendime ıslak bez aldım.    
On on beş dakika sonra polis geldi. Durumu açıkladım. Kucağımdaki bebeği ve sepeti gösterdim. Polis:
''Kadının ismi nedir? Hangi daireye girdi?” diye sordu.
''Bilemeyeceğim. İsmini soramadım, efendim. ‘Hemen geleceğim,’ deyip yukarı çıktı. Çocuğu bırakınca hiç şüphelenmedim.
''Yalan söylemediğin ne malum! Çocuk senin de olabilir?''
''Nasıl olur efendim? Ben Köln şehrinden geliyorum. Bu kadın ve bebeği de yolcu olarak getirdim.'' Taksinin saatini göstererek: ''Şuraya bakın efendim! Paramı istiyorum paramı!..''
“Anlayacağız bakalım. Sen önce şu kadını bir tarif et bakalım.'' 
Kadını tarif ettim, polisler onu aramak binaya girdiler. Bu arada bebek de devamlı ağlıyordu. ''İnsanlar nasıl olur da çocuğunu bir yabancıya bırakıp gidebilir? Bunların hiç mi hiç vicdanı sızlamıyor? Şimdi anası babası bulunmazsa bu çocuk ne olacak? Herhalde yetiştirme yurduna verirler.'' diye de söylenip duruyordum. Çok geçmeden polisler geldi: 
''Binada öyle biri yok. Sen de bizimle karakola geleceksin.'' dediler. 
''Efendim ben şoförüm, arabayı mal sahibine teslim etmem gerekiyor. Siz çocuğu alın, bir çaresine bakarsınız. Ben şefimin adresini yazayım, parayı onun adresine yollarsınız '' dedim.
''Yok öyle yağma beyefendi! Çocuk belki de senindir, öğreneceğiz bakalım.''
''Nasıl olur, ben taksiciyim. Kadını Köln'den buraya getirdim.''
''Belli mi olur? Belki de dostundan peydahladın, başından savmak için bu işi sen uyduruyorsun. Bizimle karakola geleceksin, o kadar!'' diye kestirip attılar.
Bebeği alan polis:
''Bizi takip et!” dedi.
 Onları takip ederek karakola vardım. Olanları baştan sona bir daha anlattım.  Benden şüphelenen polise:
 ''Hayır efendim. Ben namuslu, ailesine bağlı biriyim. Ben şoförüm, şoför!'' dedim.
''Sus! Zaten ne çıkarsa şoförlerden çıkıyor. Şimdilik burada kalacaksın.'' deyip bebeği sepetle birlikte çağırdıkları bir kadın görevliye teslim ettiler. Üstümdeki, sigaramı, kemerimi, telefonumu alıp beni nezarete attılar.
''Memur Bey! Memur Bey!''
''Ne var?''
''Ben açım, epeydir yoldayım ve yemek istiyorum.''
''Ne istiyorsun? Kahvaltılık peynir, çay mı, yoksa sizin dönerden mi?
''Domuz eti olmasın da. Başka fark etmez.''
Öf, o kadar yorgun ve açım ki, hiçbir şey düşünemeyecek haldeyim. Neyse ki çok geçmeden döner ve kola getirdiler. Yanında gece içmem için kırmızı paket çaydan yapılma bir termos da çay getirmişlerdi.  Dönerimi çabuk çabuk yiyerek bitirdim, üzerine de kolamı içtim. Oh be dünya varmış!  Biraz uzandım. Nezarethaneyi incelemeye başladım.  Nasılsa burada sabahlayacağım.  Öyle görünüyor.
Odanın her tarafı duvar. Hiç penceresi yok. Bir köşesinde memleketteki gibi alafranga tuvalet. Kapı da duvar da demirdendi. Duvardan çıkan kapı gene duvarda kayboluyordu. Yerde ise beton bir çıkıntının üzerinde yatak ve üzerinde bir battaniye duruyordu. Aklına sigara geldi. ''Memur Bey, memur Bey! ''diye seslendim.
Boy hizasında görünen küçük bir delikten bana bakan polis:
''Ne var, neden bağırıyorsun?'' dedi sertçe.
''Bana sigaramı verin! Ha bir de avukat istiyorum.  Aileme telefon edin, avukatıma haber versinler. Bu, benim yasal hakkımdır.''
''Tamam, tamam bağırma! Bir çaresine bakarız.
''Sigara yok! Yasak! Yarın sana ne istersen veririz. Sen şimdi yat bakalım.''
''Avukat istiyorum. Aileme telefon edin. Avukatıma haber versinler.”
Polis çekip gitti. 
‘Sigarasız da zaman nasıl geçer be!.. Yarın vereceklermiş. Polis ‘yat’ diyor. Bu kafayla kim yatabilir ki? Ne hayaller kurmuşken düştüğüm şu hale bak! Hem paramı alamadım hem de nezaretteyim.’ Böyle düşüne düşüne uykuya dalmışım. 

Beni uyandıran polis tekrardan ifademi aldı. Eşyalarımı vererek eve dönebileceğimi gelişmeleri daha sonra bana bildireceğini söyledi. Onlardan şefim için birkaç saattir burada kaldığıma ve durumumu bildiren bir yazı vermelerini rica ettim. 
''Peki…'' diyerek çok geçmeden yazılı bir kâğıdı elime tutuşturup, ''Gidebilirsin.'' dedi.
Dışarıya çıkıp rahat bir nefes aldım. Gecenin zifiri karanlığında taksime atladığım gibi kontağı çevirip yönümü otobana verdim.

 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...