YAVUZ AKÖZEL:“Elveda Munzur”

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Gökyüzü masmaviydi. Bir tek bulut görünmüyordu… Öyle berrak, öyle barışçıl ve sessiz... Munzur’da aynı durumdaydı. Gökyüzünün o berrak maviliği, suyun üzerinde sakin sakin yüzüyordu. Aniden silah sesleri yankıdı… Gökyüzü kıpkırmızı oldu. O sıra suya eğilmiş, balıkları gözlemeye dalmıştım. Suda gökyüzü gibi aniden kıpkırmızı oldu… Acaba gökyüzünün kırmızılığı mı Munzur’a yansıyordu?

 

Elimi suya soktum. Hayır, bu kıpkırmızı bir kandı. Elim kana bulanıp kıpkırmızı oldu... Nasıl yapsam acaba derken, önüme üç tane bembeyaz yaban kazı düştü. Birisi henüz ölmemişti ve son bir çırpınışla suya doğru sürünüyordu...

Yardım edeyim dedim... Nerden çıktığını anlayamadığım dümdüz, kahverengi kadife kumaşa benzeyen bir av köpeği sürünmekte olan kazı kaptığı gibi uzaklaştı. Ellerim hâlâ kan içerisinde! Kumlara, söğüt yapraklarına siliyorum… Çıkaramıyorum… Bırakın çıkarmayı daha da derime işliyor mübarek… Ellerim öylece kanlı kaldı anlayacağınız. Eve varınca bir çözüm bulurum düşüncesiyle...

Keyfim kaçmıştı. Gökyüzünün, Munzur’un o güzelim masmaviliği, aydınlığı, barışçıllığı ve berraklığı yerini savaş sonrasının bir kanlı hengâmesine, katliamlardan sonra gelen ürpertili bir sessizliğe bırakmıştı…

Uzaklarda bir adam silueti vardı, hayal-meyal, daha suyun kenarına indiğimde onu fark etmiştim. ‘Balık yakalıyor belki de’ diye içimden geçiriyordum… Şimdi o adam, tuhaf el- kol hareketleriyle ve anlayamadığım çığlığımsı bağırışlarla bana doğru koşmaya başladı. Ah! Olamaz böyle bir şey!.. Suda yaşayan tüm mahlûkatlar, balıklar, yengeçler, yılanlar, istakozlar, tanıyamadığım daha bir sürü sürüngen, adamın peşinde… Sonunda yakaladılar… Adamın uzak siluetini seçiyorum: Ellerini bana doğru uzatmış… Bağırtıları kesik kesik, bir inilti şeklinde... Sonra ses tamamen kesildi, adam tamamen yok oldu. Mahlûkatlar da anında Munzur’a geri döndüler.

Gördüklerim çok korkunç şeylerdi… Buradan bir an önce uzaklaşmalıydım... Hızlı adımlarla yamaçlara serpilmiş damları toprak, nerdeyse yıkıldım yıkılacak izlenimini veren evlere doğru yürüdüm. Artık ardıma, sağıma, soluma bakmıyordum, tek gayem bir an önce uzaklaşmak, korkunç bir kâbusu andıran o yaşanmışlıklardan kaçmak, canımı kurtarmaktı. Neyse ki ilk harabemsi eve ulaştım. Evin önünde yaşlı bir kadın bir yandan türkü söylüyor bir yandan da dumanları tüten bakır kazanı karıştırıyordu.

— Kolay gelsin ana!

— Sağ olasın evladım… Gel, gel çekinme. Yorulmuşa benziyorsun. Şuraya, şu mindere otur. Terlemişsin üstelik! Sen şu kocamın bahsettiği gölün kenarındaki yabancı olmalısın!

— Gezmeye gelmiştim de…

— Yani sen o teftişe gelenlerden değilsin!

— Yok ana… Ne teftişi… Ama hep kan… kan oldu… Bak ellerime.

Tam ellerimi uzatıyordum ki, geri çekip gizledim. Yaşlı kadın, bir şey anlayamamıştı. Tuhaf tuhaf suratıma bakmakla yetindi...

Bakır kazanın içerisine şöylece başımı uzatıp baktım… Göl kenarında önüme düşen üç kaz, bacakları havada, iyice şişmişler, harıl harıl kaynıyorlardı.

O kahverengi kadife köpek harabenin arkasından aniden çıkıp yanıma geldi. Ayakkabılarımı, pantolonumun paçalarını dürtüklemeye başladı… Uzattığım ellerimi yaladı. Anlaşılan beni sevmişti ve arkadaş olmak istiyordu… Yüzünü, sırtını okşadıkça kuyruğu istem ve mutlulukla yalpa yapıyor, gözlerimin içerisine minnet ile bakarak mırıltılarla bana bu dağ yaşamının gizlerini fısıldıyordu. Biz birbirimizi anlamıştık.

Bu arada yaşlı kadınla da sohbetimize devam ediyorduk:

— Benim adam söyledi, kepçe operatörü nalet adam da göl kenarındaymış… Balık yakalıyormuş… Tanıştınız mı bari?

Demek ki o korkunç olaya tanık olduğum, denizden çıkan mahlûkatlar tarafından yenilip yok olan adam bir kepçe operatörüymüş… Şimdi ben yaşlı bayana desem ki, “Gözlerimle gördüm, yalanım varsa iki gözüm çıksın. O adamı balıklar, denizden çıkan yüz türlü mahlûkat yedi…” İnanır mı?

— Görmedim ana... Ama kepçe operatörünün ne işi var ki bu allahın yabanında…

— Duymadın mı evladım? Kör sultanın bile haberi var. Munzur’a baraj yapıyor devlet! Hem de bir değil dört tane birden!

Gelirken yolda gördüğüm korkunç ağızlarını gökyüzüne dikmiş kepçelerin anlamını şimdi çözümlüyordum… İçimden bir “Vay be!” demekten kendimi alamadım. Olduğum yere yığılıp kalmıştım gerçi. Şimdi iyice toprağa yapıştım. Köpek de yanımda… Bana kepçeleri ve sudaki mahlûkatlara kurban giden o kepçe operatörünü anlatıyor. Bir yanımda Munzur düğün çiçekleri sapsarı açmış, diğer yanımda dağ ardıçları, kızılcık ağaçları, dağ muşmulaları meyva vermeye durmuş… Evin öte yamacına bakıyorum, dağlara doğru. Karamuk çiçeklerinin pespembe şölenine kenger, geven, bindebir kekik otu, çan çiçekleri, yer yer taş diplerine kaya aralarına serpişmiş dağ çayı, oltu otu eşlik ediyor… Daha yükseklere gözbebeklerimi dikiyorum… Dağların duldaları hâlâ karlı ve yabani badem ağaçlarının boy gösterdiği alçaklıklardan daha yukarılara çıktıkça eşsiz görünümlü sarıçam ağaçları dağın doruklarına doğru uzanıp gidiyor.

İçimi bir hüzün kaplıyor. Bu bir yasın başlamakta olan ilk sessizliği gibi geliyor bana. Böyle bir yalnızlık… Böyle bir sessizlik… Aşağılardan Munzur’un ağıtlı akışı, Ermeni bebeklerinin içli ağlaması gibi geliyor bana. Ve bir kan seli, sürekli inen karanlıkla birlik akıyor Munzur çayına. Elimi gözüme siper edip bakıyorum:

Kıpkırmızı gökyüzünde bir kartal süzülüyor. Son süzülüşü diyorum... Sarıçam ve alıç ağaçlarının kuytuluğunda bir dağ keçisi sürüsü otlanıyor, yavrularıyla beraber. Son otlanmaları diyorum...

Yaşlı kadın, elinde uzun, çift çatallı bir ağaç dalı, kaynayan kazları dürtüklüyor, çeviriyor. Mis gibi bir koku yayılıyor kekikli, kuşüzümlü, aluçlu, kızılcıklı… Sanki aklımdan geçeni, içimden kendi kendime mırıldandığım şeyleri biliyormuşçasına:

— Bu akşam burda kal. Bu yaban kazları, bu Tat bir daha ele geçmez evladım. Belki de bu son kaz yiyişimiz olacak bizim de diyor...

Yerimden usulca doğruluyorum… Karanlık iyice inmiş olmasına karşın yaşlı kadını ve köpeği öpüp patikadan aşağıya. Davran, çitlenbik, mahlep, yabanıl yasemin, ispirlere dokuna dokuna yürüyorum.

Ve gece iyice bastırıyor.

 

http://emeginsanati2.blogcu.com





 

YAVUZ AKÖZEL

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...