Bilinmeze Doğru

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Uykusunun en derin yerinden, bir gece yarısı, onu bir telefon sesi uyandırdı. Yarı uykulu hâlde, eli acı acı öten telefonu aradı buldu. Ahizeyi kulağına götürüp, "Alo" dedi ürkek bir sesle. Ahizenin öteki ucundaki ses onu bir an için kendine getirmeye yetti. Ses tanıdık birine aitti. "Ne!" diye karşılık verdi. "Gecenin bu vaktinde mi? Şaşaladı, kulağında telsiz telefon fırlayıp kalktı ayağa. Konuşmuyor, yalnızca kendisine söylenileni can kulağıyla dinliyordu.

 Oda karanlıktı. Elini duvarda gezdirerek elektrik düğmesini arayıp buldu. Oda bir anda ışığa boğulunca gözleri kamaşıverdi birden. Gözü duvar saatine gitti, saat dördü biraz geçiyordu. "Neredeyse gün ışıyacak, sabah olması yakındır." diye geçirdi içinden. Aynada kendini gördü. İyice yaklaştı aynaya. Kendi suretine boş ve anlamsızca baktı. Şaşkınlığı hâlâ üzerinde gitmemiş duruyordu... Saçları yer yer beyazlamıştı. Oysa daha genç sayılırdı, yirmi altısını yeni bitirmişti. Kulağına yapıştırdığı telefonu fark ettiğinde, indirdi yerine bıraktı. "Ben şimdi ne yapacağım?" diye telaşa kapıldı, aynadaki aksine bu soruyu yöneltirken.

Elleri titriyordu. Ağlamaklı olmuştu. Oysa böylesi bir haber kendisine ulaştığında sevinmesi gerekiyordu, üzülmesi değil... Uzun bir süredir kendisini yurtdışına çıkaracak olan şebekeden mutlu haberin çıkmasını bekler hâldeydi. Haber gelmişti, ama sevinemiyordu bir türlü. Beyninin içinde yanıt arayan onlarca soruyla birlikte mutfağa yürüdü gitti. İçi yanıyordu. Vücudunun her yanını hararet basmıştı. Buzdolabını açtı, içinden soğuk bir şişe su aldı. Kapağını açıp, dikti başına. Soğuk su ağzından taştı, aşağılara doğru aktı, neredeyse tüm vücudunu ıslattı. Soğuk su onu titretmiş acı acı gülümsemesine yol açmıştı...

Rahatlamış kendine gelmişti. Şişeden arta kalan soğuk suyu avucuna döktü, onunla yüzünü yıkadı. Uykusu dağılır gibi olmuştu. Mutfaktan çıktı doğruca, anne ve kız kardeşinin birlikte uyudukları odaya yöneldi. Kapıya kulağını dayadı, içeriyi bir süre dinledikten sonra usulca aralayıp girdi içeriye. Başuçlarına sessizce kıvrılıp oturdu. Analı kız aynı yatakta, birbirlerine sarılmış hâlde mışıl mışıl uyuyorlardı. Belki böylesi daha iyi olacaktı. Yüzlerini karanlıktan ötürü tam seçemiyordu. Oturduğu yerden usulca kalktı, pencerenin yanına gitti. Perdeyi araladı, sabahın ilk ışıkları odaya doluştu. Oda aydınlanmış, yüzler seçilir hâle gelmişti. Tekrar yanlarına ilişti. Önce kardeşinin saçlarıyla oynamaya başladı. İpek gibiydi saçları. Kokladı, derin derin içine çekti... Eğildi annesinin yanağına evlat tadında sıcak bir öpücük kondurdu, doymadı bir kez daha...

Ağlıyordu, acısını içine gömmüş, gözyaşları sessizce içine akıyordu. Fazla dayanamadı, iliştiği yerden kalktı. Arkasında bıraktıklarına son bir kez bakmak istediyse de yap(a)madı, vazgeçti. Bir kez daha içi acıdı, yüreği tarifsiz bir sızıyla burkuldu.

Acılarını yanında odasına taşıdı. Titreyen eliyle karyolanın altında daha önceden hazır beklettiği valizi çekip aldı yerinden. Üzerini giyindi. Zaman geçirmeden evi terk etmesi fikrine kapıldı birden. Öyle de yaptı.

Elinde valizi, kendini sokağa, karanlığın içine bıraktı. Bomboştu sokak, hiçbir yaşam belirtisi yok gibiydi. Arızalı sokak lambası bir yanıyor bir sönüyordu yalnızca. Elindeki valizi yere indirdi, onu çekelemeye başladı. Valizin tekerleri, yer yer yola döşenen taş aralarındaki boşluğa takılıyor, ilerlememek için direniyor, "gitme, burada kal!" diyordu âdeta. Ama çabası boşunaydı...

Anne yatağında gözlerini sıkıca kapatmış, derin uykudaymış gibi gösteriyordu kendini. Oğlunun başucuna iliştiğinden başından beri haberi vardı. Her şeyin farkındaydı kısacası. Oysa yattığı yerden kalkmak, oğluna sıkıca sarılmak, bağrına basmak ve onu çocuk tadında doyasıya öpmek istiyordu. Ama yapamazdı. Yapmak istemiyordu çünkü. Oğlunun uzun süren bir cezaevi yaşamından sonraki psikolojisini çok iyi biliyordu. Yaşamda bir başına kalmıştı ve etrafında kimsecikler yoktu. Tutunacağı bir örgütü, güvenebileceği bir yoldaşı da yoktu ayrıca.  Oğlu birilerine kırılmış, küsmüş, birileri de ona kırılmış ve küsmüştü. Güvendiği dağlara çoktan karlar düşmüştü. Hoş o da güvendiği dağlara karlar düşerken, kılını kıpırdatmak istememiş, yalnızca oturduğu köşesinde izlemekle kalmıştı. Hem bu duruma düşen bir tek o değildi ki; binlercesi vardı.

Daha önceden yurt dışına çıkmış bir iki yoldaşı dışında, kimsecikler arayıp sormuyordu kendisini. Küskünlüğü, yaşama olan kızgınlığı biraz da bundandı. Mahallede siyasi bir olayın çıkması hâlinde bundan oğlunun sorumlu tutulması, evinin davetsiz misafirler tarafından basılıp oğlunun yaka paça alınarak siyasi şubeye götürülmesi de işin cabasıydı. Usanmıştı kadın. Yoksa hiç izin verir miydi çekip uzaklara gitmesine oğlunun? Oğlu yaşasın, hayata tutunsun istiyordu yalnızca.

Zaten son günlerde yakınlarına,  "Yeter ki gitsin buralardan, kurtarsın canını. “ diyordu kadın. ”Hasret çekmeye razıyım ben"

Hem uyansa, sevgisine karşılık verse, gitmesine engel olacaktı. Bunun bilinci içinde hareket ediyordu. Oğlu odadan ayrılınca sessizce kalktı yatağından. Kızı uyansın, abisiyle göz göze gelsin istemiyordu. Kız abisine çok düşkündü. Abisi de ona... O vakit gitmez, oracıkta kalırdı abisi.

 Kendini göstermeden, oğlunun gidişini gizlice izlemek istiyordu. "Belki bir daha göremem" diye düşünüyordu. Kalbinin yorgun olduğunu, bu ayrılığa onsuz daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Aklındaki olumsuz düşünceleri bir bir kovduktan sonra, sokağa bakan pencereye koştu. Perdeyi araladı, burnunu cama bastırdı ve dışarıyı izlemeye koyuldu.

Arızalı sokak lambasına kızdı, onu tamir etmeye yanaşmayan belediye görevlilerine kızdı, küfretti hatta. Sokak lambalarını sapanlarıyla vurup kıran çocuklara lanet yağdırdı. Geceye, karanlığa kızdı. Tan yerinin geç ağarışına kızdı. Yoksulluğuna kızdı, küfretti. Zalimlere karşı insanların bir tek yumruk olamayışlarına kızdı. Kocasının, erken bir yaşta, inşaatta, iskeleden düşerek ölmesine, kendisini yapayalnız bir başına bırakıp gitmesine kızdı. Kızmadığı, küfretmediği hiçbir şey kalmamış gibiydi.

Oğlunun siluetini zar zor seçebiliyordu. Sonra göremez oldu. Gitmişti oğlu. Valizin tekerlerinin çıkardığı ses, gecenin yüreğine, yalnızlığına karışıp yitip gittikten sonra, saklandığı yerden çıkabilmeyi akıl edebildi ancak. Dışarıya çıkmadı, oğlunun ardından son bir kez daha bakmak istemedi,  hiç bir şey yaşanmamış gibi tekrar yatağına girdi. Kızını kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı. Öptü, kokladı onu... Yorganı başına kadar çekti, içinden sessizce ağlamaya başladı.

Sokağın sonuna varınca durdu, başını geriye döndürüp evine, ardında bıraktıklarına son bir kez bakmak istedi. Sokak karanlıktı hâlâ. Sokak lambası bir şimşek gibi çakıp sönüyor, sönüp çakmasından ev bir görünüyor bir kayboluyordu. Boğazına bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. İçinden ağlamak, isyan etmek geliyordu. O yalnızca ağlamayı seçti. Sırtını duvara yaslayıp ağlamaya başladı. Evini, sokağını izlemekten vazgeçti nedense. Cebinden sigara paketini çıkardı, içinden bir tekini aldı dudağına götürüp yaktı, dumanını derin derin içine çekti. Öksürmeye başladı kesik kesik... Sigarası bitmeden bir tekini daha yaktı. Bu kez sigarasına acılarını, öfkelerini, sevinçlerini ve özlemlerini bir güzel sarıp birlikte içmeye başladı...

Sonra her şeye boş vererek, valizini yerlere sürerek, akıp gitti yoluna...

Mendil Sen Kokuyordu Ozan Yayıncılık

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...