Babamın Kaputu

Hümeyra Gün kullanıcısının resmi
Baharın eli iyiden iyiye hissedilir olmuştu. Yaşlı adam sık sık evinin yakınındaki küçük parkta güneşlenmeyi seviyordu. Bazen oyun bahçesinde oynayan çocukların neşesine takılır bazen de kendi sessizliğinde anılarına dalar giderdi. Ara sıra uyukladığı olsa da çocukların neşeli çığlığıyla kendine geliyordu.

Eşi de gidince evin sessizliği çekilmez olmuştu. Zaten oldum olası kendi halinde yaşayıp gidiyordu. Yoktu öyle çok eşi dostu... Ki olanlar da birer birer eksilmişti...
“Yaprak dökümü mevsimindeyiz, kaç günlük misafirliğimiz kaldı belli değil.” diyordu içlenerek.
Bazen zamanın hızına aklı ermiyordu. Daha dün gibiydi babasının durmadan çalışması, anasının evi kıt kanaat idare etmeye çalışması ve çocukluğu...
O sabah yine aynı parka geldi. Biraz parkın içinde yürüdü. Sonra bir banka oturdu. Yüzünü tam tepesinde tüm görkemiyle gülümseyen güneşe çevirdi. Terleyince ceketini çıkarıp bankın üzerine koydu. Halinden memnun görünüyor, güneşin iyiden iyiye ısıttığı kemikleri bayram ediyordu...
Güneşten mayışmış, dalıp gitmişti. Ayağına gelip çarpan bir topla yerinden sıçradı... Topun ardından koşarak gelen bir oğlan çocuğu kendisinden özür dileyerek topunu alıp gitti.
"Top…" diye mırıldandı. Aklına geldi, babasının kendisine top aldığı gün nasıl da sevinmişti. “Bir de plastikten oyuncak tüfek vardı!” diye söylendi.
Bunlar onun ilk oyuncaklarıydı. Daha önceleri babasının ona yaptığı çam devesi ve tel arabası vardı ama bunlar çok güzellerdi. Tüfeğini sevinçle omzuna takmış, küçük asker şarkısını mırıldanmış, babası da katılmıştı onun şarkısına... Bunlar aklına gelince mutlulukla gülümsedi.
Babası yaz kış, ayrı ayrı işlerde çalışırdı. Elinden her iş gelir, hiç boş kalmazdı. Yazları uzak tarlalara, yatılı çalışmaya giderdi. Babasını çok özlerdi. Bazen eve ayda bir gelirdi. O gün babasının kucağına oturur, hiç kalkmak istemez, durup durup babasının boynuna sarılırdı.
Babası uzaklara gitmeden önce bir iki koyun ve küçük bir buzağı almış, "Ben yokken bunları büyütün." demişti.
Annesi küçük bahçelerini ekip biçer, yiyecekleri tüm sebzeleri yetiştirirken, o da boş durmaz, hayvanları otlukta yayardı. Akşamları ana oğul kuyunun içine saldıkları buz gibi karpuzu neşe içinde yerlerdi. Annesi maharetli kadındı, hiçbir şeyi çöpe atmazdı. Karpuz kabuklarını güzelce doğrar, üstüne tuz ekerdi. Kabukları hayvanlara götürmek hep çocuğun işi olurdu. Koyunların ve buzağının yanında oturur, onların kabukları büyük bir iştahla “fışır fışır” yemelerinden sevinç duyardı. Hayvanlar arada başlarını kaldırıp yüzüne bakarlardı. Anlardı çocuk, kendisine teşekkür ettiklerini.
Bunlar da aklına gelince, karpuzun o serin kokusunu duydu sanki. Bir gülümseme düştü yüzüne... Sanki anası da birazdan “Nerde kaldın oğlum!” deyiverecekti.
Bahçede gündüzler iyiydi de geceler zordu. Evin erkeği olmayınca anası kapıyı içeriden iyice tırkılar, yatağının yanına da hep bir bıçak koyardı.
Bir de sulaktı bahçeleri, sivrisinekler rahat vermezdi. Elini ayağını ısırırlardı. Kaşındıkça da babası aklına gelirdi.
"Babamı da ısırıyordur bu kör olasıca sivriler." derdi. Çünkü babası Menderes kıyısındaki tarlaları suluyordu. "Orada daha çok olur…" demişti anası. Çocuk daha da üzülmüştü. Babası suladığı tarlalarda açıkta yatıyordu. Oğlunun üzüldüğünü gören anası, "Baban ateş yakıyor, üstüne eski bir deri ayakkabı koyuyor, ayakkabı yandıkça sivriler o kokuya gelmiyormuş…" dediyse de babasının tarlanın bir kenarında uyuduğu hep aklına geliyordu yine de.
Çocuk her sabah kalkınca, babasının geleceği günü şaşırmamak için duvardaki takvime işaretler koyardı. Günler azaldıkça içi içine sığmaz oluyordu...
Nihayet beklenen o gün gelmişti. O akşam babası gelecekti...
Anası babasına tavuklu pilav, saç çöreği yapma telaşındayken, çocuk hep ufka bakıp, güneşin gitgide dağların ardına çekilişini gözlemişti. Babası hep akşam karanlığında gelirdi...
Çocuk, hava kararmasına yakın tavukları yemlemiş, kümesin kapısını sıkıca kapatıp, önüne de bir taş koymuştu. Yoksa geceleyin tavukları tilki kapıp giderdi. Buzağının, koyunların önüne taze ot koyduktan sonra da güzelce elini yüzünü yıkayıp, aynanın önünde saçlarını taramıştı. Hazırdı artık babasını karşılamaya...
Anası sofrayı kurduğunda, gün iyice çekilip gitmiş, bir yerlerde çakallar ulumaya başlamıştı, ama babası henüz gelmemişti. Çocuk anasının yüzüne baktı, ağlamaklı...
"Belki de tarla çok büyüktür, bitirip de geleyim istemiştir." dedi annesi, demesine de onun yüzü de düşmüştü.
Epeyce beklediler. Anası sofrayı işaret ederek:
 "Hadi oğlum birer lokma yemek yiyelim, acıktık." dediyse de çocuk yemek istememiş, gece epeyce ilerlediğinde kıvrıldığı yerde uyuyup kalmıştı.
Sabah anasının sesiyle uyandı. Anası çırpınıyordu. "Biliyordum bir şeyler olduğunu!" diyordu. Çocuk hızla yatağından kalktı, taş merdivenleri ikişer üçer atlayıp avluya indi. Anası Çolak Sami Amca’yla konuşuyordu. Babasının patronlarından biri muhtara haber iletmiş,  babası zehirli sıtmaya yakalanmış, hastanede yatıyormuş.
Çocuk da ağlamaya başlamıştı. Çolak Sami "Merak etme oğlum iyi olacak baban," derken, çocuk hep korktuğu, bu uzun kara sakallı Çolak Sami'nin yüzüne, ilk kez korkmadan bakmıştı.
Anası telaşla "Hemen hazırlanıp gideyim. Sen hayvanlara bak.” dediğinde, çocuk, “Ben de seninle geleceğim!” diye feryat edip, kendini yerlere yatıp yuvarlandıysa da fayda etmedi.
Anası babasına birkaç parça temiz çamaşır alıp çoktan yola koyulmuştu bile.
Çocuk bütün gün hayvanlarla ilgilenmiş, yemlemiş, sulamış, kendisi ne acıkmış ne de susamıştı.
Akşama yakın anası geldi. Beti benzinden, babasının çok hasta olduğunu anlamış, koşup sıkıca anasına sarılmıştı.
Babasının uzunca hastanede yatacağını, ama iyileşeceğini söylemişti anası. Yine de çocuğun sıkıntısı geçmemişti.
Çocuk o günden sonra daha bir sessizleşmişti. Anasıyla birlikte canla başla çalışıyorlardı. Elleri iyice daralmıştı. Anası ilkin pazara tavukları götürüp sattı. Çocuğun çok sevdiği, iriliğinden ötürü "Etli" dediği tavuğundan zor ayrılmıştı.
Ardından birer birer koyunlar satılmıştı. Hayvanlar her satıldığında anası babasını ziyarete gidiyordu. Çocuk merakla babasını sordukça anası, "Biraz daha iyi…" diyordu. Çocuk anasının yüzünden anlıyordu babasının çok da iyi olmadığını.
Günler böyle geçip giderken, çocuk bir sabah buzağının, önüne konan hiçbir şeyi yemediğini fark etmiş, onu yattığı yerden kaldırmak isteyince de kalkmamıştı. Tarlanın bir ucunda sebze çapalayan anasına "Buzağıya bir şey oldu!" diye telaşla bağırmıştı.
Anası kan ter içinde koşup gelmişti. Buzağı su gibi dışkı çıkarıyordu.
Kadın hemen unu suyla karıp içine biraz tuz attı. İki eliyle buzağının ağzına açıp, çocuk unlu sıvıyı zorla buzağıya içirdi.
Sonra da kadın, oğluna komşuları Nimet Nine’yi çağırmasını söylemişti. İki kadın ne yaptılarsa buzağı iyileşmedi. Gittikçe durumu kötüleşti, birkaç gün sonra da öldü.
Anası nasıl da ağlamıştı. "Daha parasını bile tam ödeyemedik Nimet Hala," deyip hıçkırıklara boğuluyordu.
Artık ellerinde satıp paraya çevirecek, bir şeyleri de kalmamıştı.
Bir sabah bahçenin bir ucundan bir adamın geldiğini gördüler. Anası tanımıştı hemen. "Danacı adam gelen! Ne diyeceğim ben şimdi?" diye söylenmeye başlamıştı.
Selam alıp selam verdiler. Adam kalan parayı istemeye geldiğini söyleyince, kadın durumu anlattı.
Eşinin çok hasta olduğunu, iyileştiğinde borcunu ödeyeceğini söylediyse de adam zora koşuyordu... Kadın baktı olmayacak kulağındaki küpeleri çıkarıp uzattı adama.
"Yetmez bu!" diye söylene söylene evin içine daldı adam. “Ne alabilirim?” derken, adamın eli duvarda asılı olan takım elbise ve kışlık paltoya uzanıvermişti.
Çocuk koşarak adamı itti.
"Onlar babamın. Babam gelince ne giyecek?” diye feryat etti. Adam oralı bile olmadı. Adam, anasının tozlanmasın diye, üstüne örttüğü kanaviçeli örtüyü yere attı, duvardaki takım elbiseyi ve kalın kaputu alıp evden çıkıp gitti.
Nasıl da zoruna gitmişti, çocuğun. Babası kışın ne giyecekti...?
*
Yaşlı adam bahar güneşi altında, ellerinin üstüne düşen gözyaşlarıyla koptu çocukluğundan...
Şükür ki babası günler sonra iyileşip eve dönmüş, çalışıp çabalamış çocuğu okutmuştu... Hep yaptığı gibi babasına bir kez daha minnetle dua etti.
Nerdeyse öğlen oluyordu... Yavaşça kalktı yerinden, evinin yolunu tuttu...
Hümeyra Gün, 11.3.2021
Görsel : Alıntıdır (Nadir Kitap )
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/22/2024 - 21:29
01/27/2024 - 22:27
01/02/2024 - 00:43
08/05/2023 - 16:21
07/31/2023 - 22:44
07/29/2023 - 19:58

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...