Neden?/ Saadet Erdoğan

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Sene 1987. Görev yerimiz Elbistan’ın Sevdilli Köyü. Önce köye gelişimizden başlayayım. Nikâhtan sonra ve eş durumundan ötürü tayin yerim Elbistan Devlet Hastanesi oldu. Orada bir ay kadar acil serviste çalıştım. Daha sonra uzman bir doktor beni kendi servisine aldı.

Zaman zaman acilde nöbete kaldıkları için orada çalışan hemşirelerin nasıl çalıştıkları hakkında az çok bilgi sahibiydiler. Bir doktor kendi servisine istedi beni. “ Neymiş efendim? Güzel hemşerileri kendi servisine alıyormuş.” Ama ben babacan ve iyi anlaşabileceğim bir doktorla çalışmayı seçtim. Doğum servisinde çalışacağımı ümit ederken, kendimi Üroloji servisinde buldum. İlk bir hafta alışayıp derken zaman hızla akıp gidiyordu.

Oğlumun hayatımıza girmesi bu sıralar oldu. Tam da bu noktada bir arayışa girdik. Çünkü kısa bir izin döneminden sonra tekrar görevime dönmem gerekiyordu. Oysa ben çocuğuma kendim bakmak istiyordum. Eşimle düşündük, merkeze yakın, sağlık ocağı ve ulaşım imkânları olan bir yerde çalışmayı kararlaştırdık. Kısa bir araştırmadan sonra Sevdilli Sağlık Evi‘ne tayinimi istedim. Eşim de aynı köye tayinini istedi. Herkes merkezi isterken biz köyü tercih ettik. Köy, Malatya yolu üstünde oldukça kalabalıktı. Ayrıca mezraları da vardı. Köy modern, insanları aydındı. Ortaokulu, sağlık evi, bir de ilkokulu vardı. Hemen tanışıp kaynaştık. Hayli memur vardı. Zaman zaman öğretmen-ebe-sağlık çalışanları-bir araya gelir, yemek yer, sohbet ederdik. Kâh üzülür, kâh gülerdik. Sağlık evi girişte, bir tepenin yamacındaydı. Sağında solunda birer ev vardı. Yol tam sağlık evinin önünden geçiyordu. Diğerleriyse yolun altına düşerdi. Öğretmenlerden biri yolun altında sağlık ocağına yakın bir köy evinde ailesiyle kalıyordu.

 Kış bitmiş, bahar geliyordu. Doğa uyanmış, her taraf yeşermişti. Okullar tatil edilmiş, bayraklar çekilmişti. İnsanlarda bir neşe, bir canlılık başlamıştı. Günlerden bir gün, Sevdilli‘ye yeni gelmiş bir öğretmeni ve nişanlısını da alarak tekrar bir araya geldik. Sanırım cumaydı. Öğretmenin eşinin hemşire olması ayrıca sevindirmişti beni. Görev yeri köye yakın bir mezraydı. İlkokul daha içeride, ortaokul ise görev yaptığım sağlık evinin hemen arkasında daha merkezdeydi. Saat, gecenin on ikisi… Yeni çiftin bizde kalması koşuluyla, kalkmış gidiyorduk ki, ev sahibi alelacele içeri girdi. Tam hatırlamasam da sanırım bekçiydi. ”İlkokulun bayrağının indirildiğini, yırtıldığını, ipinin kesildiğini“ söyledi. Heyecandan dudakları titriyordu. Sağlık evinin önündeki bayrağa dokunmamışlardı. Belli ki, yol üstünde ve ışıklı olmasından dolayı cesaret edememişlerdi. Kim neden ve ne amaçla yapar bilinmiyordu. Ne var ki, faturası öğretmenlere kesildi. Okul müdürü lojmanda olduğu halde fark edememişti. Karakol haberdar edildi, polisler gelip tutanak tuttular. Sabahleyin jandarma tarafindan ifadeleri alınan öğretmenler Elbistan"a karakola götürüldüler. Gece evinde oturduğumuz öğretmenle mezradan gelen öğretmen hedef alınmıştı. Oysa hepimiz oradaydık. Şahitliğimize rağmen, ikisini de alıp götürdüler. Artı eşimi de… Biz bayanlar, “Suçları yok nasılsa bırakılacaklar” diye düşünürken, hepsini tutuklamışlardı. Korkuyorduk, eşleri alınmış bayanlar olarak, topluca aynı evi paylaştık. Evlerimizde bulunan bütün kitapları sobaya attık. Hepsi de yasağı olmayan, sıradan kitaplardı. Hemen her hareketimize korku sinmişti. Okuldan çevreye doğru yayılan bir korku… İki kişi alınmış, diğerleri serbest bırakılmıştı. İfade esnasında, komiser, bir öğretmene, “Sen asker çocuğusun, niye bunlara arka çıkıyorsun” diyerek çıkışır. Korkutulan öğretmenler, tayin isteğinde bulundular. O iki öğretmen, gözaltı süreleri biter bitmez sürgün edildiler. Dahası, istifaya zorlandılar. Sonunda baskılara dayanamayıp öğretmenliği bıraktılar.

Bize gelince suçsuz olmamıza rağmen, eşimi Maraş’ın dağlık bir köyüne sürdüler. Bense oğlumla köyde kaldım. Eşim itiraz edip dava açtı. Kendisine haksızlık yapıldığını kanıtlayan  mahkeme kararıyla tekrar görev yerine döndü. Baskılar sürüyordu ama... Bize, resmen «Buradan gideceksiniz!» diye baskı yapılıyordu. Daha fazla dayanamayıp Sevdilli’yi terk etmek zorunda kaldık.

Bu olayı kimlerin yaptığı anlaşılmadı. Ama cezasını suçsuz insanlar çekti. Aileler yıkıldı, aileler savruldu. Bu insanların tek suçu vardı; Alevi olmak!

İşte size hayatımdan bir kesit. Bu olay size neyi düşündürdü, nasıl bir sonuca götürdü bilemem. Ama benim hayatımda derin izler bıraktı. Yıllar sonra hep düşünürüm:

Neden, neden, neden?

12 Eylül 2014, Ankara

Çakıl Taşı...

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/22/2024 - 21:29
01/27/2024 - 22:27
01/02/2024 - 00:43
08/05/2023 - 16:21
07/31/2023 - 22:44
07/29/2023 - 19:58

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...