Çiçek Mevsiminde Aşk

Mehmet Söğüt kullanıcısının resmi
Sehpanın üzerinde dağınık duran İzabel’in fotoğraflarına bakıyordu. Hiçbir nedeni yokken, dün telefon açıp kendisini bırakacağını söylemişti. Söylediği sözler köz gibi yüreğine düşmüştü.

Gülümseyen fotoğrafına gözleri takıldı. Kendisi de gülümsemeye başladı.  Hemen yanı başındaydı sanki. Kokusunu duyumsuyordu.

 Telefonuna bir mesaj sinyali geldi. ‘’Sonra bakarım,’’ diye geçirdi aklından.  Dayanamadı açıp baktı: Sevgilisiydi. Kendisine bir sürpriz yapacağını yazmıştı.  Heyecandan ne yapacağını bilemedi. Balkona çıktı. ‘’Ne yapmak istiyor bu deli kız?’’ dedi fısıldayarak. Umutlandı. Tek bir sefer de olsa onu görmek istiyordu.

Pırıl pırıl bir gündü. Montrö ışıl ışıldı. Parklar, caddeler, pencere pervazları, teraslar, balkonlar çiçek fışkırıyordu. Her çiçek güneşin bir rengini çalmıştı. Renkler kaynaşıyor, İzabel oluyordu. Kulaklarında şuh bir gülücükle ölesiye onu özlüyordu. Üç ay önce dil öğrenmek için İngiltere’ye gitmişti.

Efil efildi yel. Dallar salınıyor, yapraklar kımıldıyor, kuşlar ötüşüyor, göl menevişleniyor, parlıyor, sönüyordu. Ufukta tekneler, kayarcasına ilerliyorlardı. Göl, göl değil de, ışık yağmurunda, saçlarını dağıtmış, mavi gözlü İzabel’di...

Kahvaltısını yaptı, fotoğraf makinesini alıp çıktı. Aşağı doğru dar bir sokaktan sahile indi. Taş yapılardan, kuş yuvasını andıran balkonlardan mistik bir hava yayılıyordu.  Sıkıldı daha da hızlandı. Zengin Araplar henüz gelmemişti Montrö’ye. Yine de sahil kalabalıktı. Yan yana sarı panjurlu oteller uzayıp gidiyordu. Şehir, yerli turistlerden, adım başı fotoğraf çeken Japonlardan, sarsak ihtiyarlardan, genç gözükmeye çalışan boyalı kadınlardan geçilmiyordu. Gençler serin sularda yüzüyor, çiftler, köpeklerinin ardı sıra sessizce dolaşıyorlardı. Onun ise kalbi tiril tirildi. Sevgilisinin geleceği ve ondan ayrılmayacağı hissi vardı içinde. El ele tutuşmuş iki gence fotoğraf makinesini çevirip denklaşöre bastı. Her iki sevgilinin yüzlerinde mutluluk bir sel olmuş akıyordu. Yine etrafına bakmaya başladı.

Sarı, mor, kızıl çiçekler kaplamıştı ağaçları. Suya yer yer ağaçların aksi çökmüştü. Durmadan fotoğraf çekiyordu. Sahili envai çeşit bitki süslüyordu. Sümbüller, menekşeler, papatyalar ve laleler... Manolyalar, palmiyeler ve ıhlamurlar...

 Kırmızı bir gül kopardı, birilerine sunacakmış gibi ''Gelmeyecek anasını satayım!’'  dedi. İzabel’i unutmak için durmadan çiçeklerle donanmış ağaçların, nergis öbeklerinin fotoğraflarını çekti.

 Gülü kokladı, kokmadığını hissedince de attı. Derin derin soludu. İzabel’in endamı gözlerinin önünde gitmiyordu. Ay yüzünü, sarı saçlarını, kiraz dudaklarını, şuh gülüşünü ve de mavi gözlerini… Acı acı gülümsedi.   

Restoranlar, adeta teraslara taşınmıştı. İçkilerini yudumlayarak sohbet ediyordu müşteriler.  Kazanmanın, yiyip, içmenin, sevip sevilmenin, suyun ve güneşin tadını çıkarıyordu İsviçreliler.  İzabel’in gözlerinde eriyip kaybolmayı ne kadar da istiyordu şimdi oysa. Böyle düşünürken Restorancı Hüseyin’i gördü. Yüzünde güller açıyordu. Zaten ne zaman neşesizdi ki... Hal hatırdan sonra onayını alırcasına, ''Doğa güzel değil mi? dedi Hüseyin.

''Evet'' dedi ve yürüdü Vahit.

 Leman Gölü usulca kıyıya vuruyordu. Montrö'nün yaslandığı dağa baktı. Göz alabildiğine ormanlıktı. Otel ve Turizmcilik Fakültesi yamaçtaydı. Bir eski zaman şatosunu andırıyordu. Karışık bir mimarisi vardı. ''Sentez'' diyorlardı buralarda.

Koşturup durdu Vahit. Güneş batmış, sular kararmış, şehrin ışıkları göle vurmuştu. Restorancı Hüseyin'e uğramadan, evin yolunu tuttu. Bezgin, yorgun adımlarla tırmandı tepeyi.

Evdeydi. Dizüstü bilgisayarını açtı. Facebook sayfasına girdi, gelen mesajları gösteren kırmızı sayısını gördü. Üzüldü, ''Topu topuna bir tane'' dedi. Hemen de açtı. Gözlerine inanamadı. Mesaj İzabel’e aitti, aşkına... Bir kere değil, birkaç kere okudu. ''Geçen söylediklerim şakaydı. Seni unutmadım. El ele tutuşanları gördükçe ağladım,’’ diyordu.

Gözlerine inanamadı. Hemen arkadaşlık yolladı. İzabel saniyesinde kabul etti. Cep telefonuyla Fecebok’a giriyordu. Şok olmuştu. Facebook sayfası yoktu ve sanal âlemi sevmezdi. Ne olmuştu İzabel’e böyle.  Klavyeye dokundu, kalbi duracak gibi oldu. 

''Gerçekten sen misin?''.

''Evet'' dedi gelen cevap.

''Neredesin şimdi?''

''Nerede olduğumun ne önemi var, sana yakın olduğumu bil yeter.''

Vahit, uzun uzun yazışmayı gereksiz buldu.

''Yerini söyler misin?'' dedi. 

Cevap yerine, ‘’Çiçek mevsiminde aşk yerimiz,’’ diye yazdı. Anlamıştı. Her baharda gidip çiçek tarhlarının yanında gölü izlerlerdi. Bir umutla evden çıktı.

Sahile karışık duygularla indi. ‘’Ya benimle oynuyorsa ?’’ dedi kafasını sallayarak. Heyecandan kalbinin atışı göğüs kafesini zorluyordu. Kumarhanenin oralarda dikkatle etrafına bakındı. Birden İzabel’i gördü. Başında çiçekten yapılmış bir tac vardı. Yüzü ışıl ışıldı. Şımarık bir çocuk gibi muzırca, çiçek tarhının yanı başında oturmuş kendisine gülümsüyordu. İkisi de aynı anda koştu birbirlerine. Sarmaş dolaş olup sevinçten ağladılar.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...