Bir Varmış Bir Yokmuş 3. Ve Son Bölüm

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Yemyeşil orman ve cennet bahçe içinde olan altın saray, ışık vurdukça parıltılar saçmaktadır. Saraya girince; karşılıklı dizilmiş birbirinden güzel kızların aralarından geçerken “Hoş geldiniz prensesimiz!” diye başına gül yaprakları dökerler. Gül yaprakları dökülen yoldan salona geçerler. Prenses bir mucize beklemekte ama Kurukafa aynı, değişmemekte... Kuş sütünün eksik olduğu sofrada, özel sandalyesine oturan kurukafayla, karşılıklı yemek yerler. Prenses, gövdesine ne olduğunu bir türlü eşine soramaz, o da bir açıklama yapmaz. Kaderine razı olan prenses, ona iyi bir eş olacağına kendi kendine söz verir.

Günler içinde, hizmetçiler aşçılar, bahçıvanlar Prensesin bir dediğini iki etmezler ama Prenslerinin durumu hakkında bilgi vermezlermiş. Kurukafanın, akşam saraydan çıkması ve sabah olunca geri dönmesi Prensesi üzer, bu davranışına akıl sır erdiremezmiş. Prensesi mutlu etmek ve eğlendirmek için; kırlara götürüyor, göl kenarında piknikler yaptırıyor, ata bindiriyor, onu şehirlerine ve köylerine götürerek halkıyla tanıştırıyormuş. Mezaristanın mutlu halkının arasına girdiklerinde, coşkuyla karşılanıyorlarmış. Halk Prensin, eskisi gibi olması için dua ediyor, “Ah! Bir de Prensimiz gövdesine kavuşsa!” diye dileklerde bulunuyorlarmış. Prenses, eşinin çok iyi yürekli birisi olduğunu görünce çok sevmiş. Kurukafanın gövdesiz haline alışmış ve mutluymuş.
*
Prenses mutlu olsa da, sık sık güzel gözleri buğulanıyor, uzaklara dalıyor, sık sık iç geçiriyormuş. Bir gün, “Ailemden ayrılalı çok oldu, onları özledim, onları sarayımıza davet edebilir miyiz?” O da, “Tabii ki” demiş. Prenses, babasına, kız kardeşlerine; hizmetçileriyle, davetiye yollamış. Sarayda, onları ağırlamak için hummalı bir hazırlık başlamış. Davet günü saray çiçeklerle donatılmış, temizlenmiş, gösterişli eşyalarla döşenmiş. Misafirlerin yatacak odaları konforlu ve aynalarla kaplı duvarlar pırıl pırıl olmuş. Yemek takımları mükemmel, yemekler enfes… Nerdeyse misafirler gelecek fakat kurukafa ortada yokmuş.
*
Prensesin ailesi, mezara nasıl gireceklerini düşünüyorlarmış. Ablaları, Kurukafayı yakışıklı kocalarının yanında hayal ediyor, kahkahalarla gülüyorlarmış. Kral onların yaptıklarına kızıyor, küçük kızını kurukafaya verdiği için çok üzülüyormuş. Defalarca mezara gelmiş, bir türlü girecek delik bulamamış. Bir ses duyarım diye mezara yaslanıp saatlerce dinlemiş, çıt yok. Vicdan azabı ve hasretlik çekmekten iğne ipliğe dönmüş. Nihayet kızını göreceği için mutlu bir o kadar da endişeliymiş.
*
Mezar içinde bekleyen hizmetçiler, misafirlerin geldiklerini haber vermiş. Prenses kurukafayı aratmış, bulamayınca üzülmüş ve kendi karşılamaya gitmiş. Onlar gelince delik açılmış, babasına adımını içeri atmasını söylemiş. Kral adımını atar atmaz delik, kocaman altın kapıya dönüşmüş. Hepsinin gözleri gördükleri karşısında fal taşı gibi açılmış. Bahçeyi ve altın sarayı görünce ağızları bir karış açılmış. Sarayın içini görünce dilleri tutulmuş, ne diyeceklerini bilememişler. Şaşkınlıklarını atınca, sarılmaya, hal hatır sormaya başlamışlar. Ablaları hayal kırıklığına uğrasalar da dalga geçmek için, “Her şey çok güzel ama yakışıklı kocan nerde?” demişler.
*
Kurukafa, sabah erkenden bahçenin, kuytu köşesindeki kapıyı açıp içeri girmiş. Orada anne cin ve çocukları yaşarmış. Anne cin, gündüz gelen kurukafayı görünce şaşırmış. Kızgın bir şekilde, neden geldiğini sormuş. O da misafirleri geleceğini, onların karşısına bütün olarak çıkmak istediğini söylemiş. “Yavrumu ikiye ayırmadan önce düşünecektin, cezalısın.” demiş. “Ben bilerek kimseye zarar vermem, kılıcımı sağa sola sallarken karşımda kimse yoktu. Ancak sen, önce ışık sonra insan olup karşıma çıktın ve çocuğunu yerde gördüm. O zaman da defalarca yemin ettim, dinlemedin, beni gövdemden ayırdın. Her gece buraya gelmem şartıyla, yanında uyumam için bana gövdemi verdin.” Kurukafa gözyaşları içinde yalvarmaya başlamış, “Bitsin, yıllardır çektiğim cezam! Gövdemi geri ver. Prensesi çok seviyorum. Onu ailesinin yanında mahcup etmek istemiyorum, ne olur geri ver!” demiş.
*
Anne cin, “Prensesin geldiği gün; çocuğum için yas tutan bahçe, binlerce kez seni affetmemi istediler. Ben, görünmez gün ışığı oldum, günlerce prensesi takip ettim. Onun iyi kalpli biri olduğunu ve seni de iyi birisi olduğun için sevdiğini gördüm. İyi kalpli senin, bilerek değil kazara yavrumu öldürdüğüne inandım. Seni affediyorum, ailemin yanına dönüyorum. Söz, bir daha sana musallat olmayacağım al gövdeni, git eşinin yanına.” demiş. Kuru kafa kulaklarına inanamamış. Gövdesini alınca teşekkür etmek istediğinde, anne cin ve çocuklar, gün ışığına dönüşüp yok olmuşlar.
*
Misafirler, sofraya oturduklarında prenses, kocası gelmediği için üzgün ve mahcupmuş. Çorbalarını içmeye başlarken dışardan sevinçli sesler gelmeye başlamış. Hepsinin bakışları kapıya yönelmiş. İçeri adım atar atmaz duvardaki aynalar çatır çatır çatlamış. Misafirler, ellerindeki kaşıkları düşürmüşler, ağızları bir karış açık kalmış. Ablalar da kıskançlıktan aynalar gibi çatır çatır çatlamışlar. Nasıl çatlamasınlar? Karşılarında dünyanın en yakışıklı ve en güzel yüzlü delikanlısı duruyormuş. Kendilerinin kocaları, kurukafanın yanında sönük kalmış. Prenses, sevinçten çılgına dönmüş ama şimdi değil ilk günden beri kocasının ‘bütün adam’ olduğunu onlara söylemiş. Bu duruma en çok sevinenlerden biri de kral olmuş. Kıskanç ablalarının, boğazında dizilen yemekleri onlar mı yemiş yoksa yemek onları mı yemiş? Bilememişler.
 
Masalımız burada bitti. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine... Gökten üç elma düşmüş. Biri anlatana, biri dinleyenlere, biride masaldakilere…
 
Masalın bitmesiyle uykularının gözlerinden aktığını görmüşler. Neşeyle masal dinlemeye gelenler, şimdi de evlerine gitmek için ayaklanmışlar. Ellerinde fenerleriyle yarım metreye yaklaşan karları, yararak evlerine ve sonrada yataklarına girmişler.
 
Not: Ben altı yaşlarındayken bağlarda, asma kütüklerinin altında uyumuşum. Rüyamda, padişah oğluyla evlenen Prensesi ve şatafat içindeki sarayı gördüm. O zamanlar kitap yok, radyo yok, okuma bilen kadın yok. Ama masal anlatan SEDEF BACI vardı.  Demek ki, bizim hayal dünyamızı zenginleştiren O’ydu.
 
                                                                                            ŞEHRİBAN TUĞRUL(GÖKÇE ÇİÇEK)

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...