Süt Parası
Ömer: “Bırakın tartışmayı oğlum” dedi, “zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış. Hanginiz bugüne kadar doğru dürüst altılıyı tutturdunuz lan söylesenize?” diye de çıkıştı.
Ömer: “Bırakın tartışmayı oğlum” dedi, “zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış. Hanginiz bugüne kadar doğru dürüst altılıyı tutturdunuz lan söylesenize?” diye de çıkıştı.
Şimdi ise yüreği ağır geliyordu kendine. Ruhunun her bir santimetrekaresinde yorgunluğu hissediyordu, ya da öyle sanıyordu. Aha şurası, felt felt atan yüreği artık kaldıramıyordu adı batasıca Londra’yı.
Ayakta duran kalabalığa seslendi:
“İlerler misiniz?”
Hemen onun arkasından duran ve bir eliyle annesinin bluzuna asılan küçük kız çocuğu ile araya sıkışan kadın iki koltuk ilerisinde küçük bir kız çocuğunun oturduğunu görünce öfkeyle yanında bulunan şişman kadına:
"Bayan bu çocuk sizin mi? Neden kucağınıza almıyorsunuz?" dedi sert bir ses tonuyla. Kadın aldığı tepkiden biraz utanarak, biraz şaşırmış bir halde etrafına bakınıp, çocuğu kucağına aldı.
Esmer ve güzel kadın, öfkesini alamamış, konuşmaya devam ediyordu;
Kemerli, lacivert paltom, lacivert kasketim ve yaşımla çelişen bıyıklarımla kime benziyordum desem? Rus steplerinde savaşan bir Kızılordu askerine mi, Mustafa Kemal'in karlı günlerdeki üniformalı haline mi?
Tek fark benimkilerin lacivert oluşuydu. Biraz Bolşeviklik biraz Kemalistlik biraz da kendim...
Sütçü İmam'ın o hizada el yapımı sağlam bir kundurayla Kıbrısmeydanı'na iniyordum. Yıl 86, aylardan Kasım; güneşin başının dertte olduğu soğuk bir gün. Yağmurun yerini güneş almış, şehir, kirinden pasından arınmış gibiydi.
Yorgun bedeninin kendisine artık fazla gelen ağırlığını, diğer koluna da girerek hafifletmeye çalıştık.
Arabaya bindiğinde, babamın yüzünde, hüzünle karışık bir gülümseme vardı. Ama hüzün, bastırıyordu zoraki gülümsemesini. Giderken, vedalaşmak bile istemedi; elini öpmemi istemiyormuşçasına, belli etmeden kaçırdı ellerini sanki. Ben de illâ ki öpmek istemedim. Sanki öpersem, babam daha çok uzaklaşacaktı benden.
Bunlar, bayramlık. Gözelce ütüleyip, sedirin örtüsünü yaydım, perdeleri takdım. Gaç yıllık ganeviçelerin renkleri solmamış bile. İnsanlar yaşlanıyo, ölüp gidiyo da sevgili günlüğüm; eşyalara pek bi şey olmuyo. Çul gadar ömrümüz yok. Örme perdelerin ucundaki saçaklar, pençerede salkım söyüt gibi salınıyo. Seyrek dişli darakla saçakları daradım, işlemeli yasdıkları sedire sıraladım. Renk renk ganeviçeler, yasdıklardaki gaga gagaya vermiş guşlar, üzüm salkımları, gonca güller içimi ferahlatıverdi.