Yalçın Bulut "Köklere Serpilmek" Resim Sergisi
Etrafı surlarla çevrili bir şehir hayal edin. Bu şehrin tüm vatandaşları birer mahkûm. Yaklaşık on bin kişiye ev sahipliği yapan bu kutsal toprak parçasında geçmiş hayatınıza dair tek bir şey hatırlamadan gözlerinizi açtığınızı düşünün. Hangi suçun cezası için hapsedildiniz? Bu sıradışı durumda sizin için aşk, dostluklar ve düşmanlıklar, din ve insanların yaşantıları, özgürlük ve intikam ne ifade ederdi?
tiyatro da bu faaliyetlerden biridir.”[1]
Cengiz Gündoğdu’nun yapıtlarını okurken; “Herkes kendi ışığıyla ışıldar. Hiçbir alev öbürüne benzemez. Büyük alevler vardır küçük alevler her renkten alev. Kimi insanların alevi öyle durağandır ki rüzgârda bile dalgalanmaz, kimi insanlarınsa havayı kıvılcıma boğan çılgın alevleri vardır,” satırlarını anımsarım Eduardo Galeano’nun…
Onun ikinci oyunu ‘Karar 71’i[2] okurken de böyle oldu.
Fakir Baykurt’un romanları, Moskova Radyosu’nun yorumları, Pekin Radyosu’nun Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne ilişkin yayınları, TİP’in faaliyetleri ve Yön dergisi, yaratıcı melaikelerimin harekete geçmesinde etken oldu. Siyasetle edebiyatın iç içe geçtiği makaleler yazmaya başladım. O zamanlar Atatürk’ü seven parlamenter bir sosyalist idim. Rize Öğretmen Okulu’nda romanlar okumuş, şiirler yazmıştım duvar gazetesine.
Fırsat buldukça birlikte kahvaltı ediyoruz. Kahvaltı sözcüğü aklınıza çok çeşit getirmesin. Köyden getirdiğimiz çökelek (ekşimik), biraz yağ, alabilmişsek zeytin... Bilenler bilir, gül reçeli vardı eskiden; tenekeyle satılırdı. Beş kiloluk gül reçeli alıyoruz paramız olduğu zaman. Somun ekmeğe katık niyetine... Bizim köylü bir abi var, köyden gelince çarşıya değil Batı Varto'ya geliyor. Soluğu bizde alıyor, ona çay koyuyoruz, yemek sinimize gül reçeli ve somun ekmek koyuyoruz. Abi bir yumuluyor, reçeli yarıladı, yarılayacak...
kalesinin içindeki bilinmeyen
odaların anahtarları gibidir.”[1]
Yaşama mündemiç farkı, zenginliği görebilenlerin meselesi olarak edebiyata ilişkin soruyu yanıtlamak önemlidir: Dik durup diklenen yazarları olmasaydı, insan(lık)ın hâli nice olurdu, hiç düşündünüz mü?
Ama içimdeki o ses: “Yanılıyorsun, bu aradığın o kişi değil,” diye fısıldardı. Kusurlu olmasından değildi vazgeçişlerim. Hayır. Bilakis benden daha kusursuzdular belki de.
İyi bir arayıcıydım ve o gömü bulunmalıydı mutlaka. Ondandır ki bulduğum dediğim kişileri, en fazla birkaç gün aklımda taşıdım. Öylesine ve uzaktan. Emin olmadıkça gözü gözüme değmemeliydi.
V
Rengareng’in ekonomik dehası karşısında gözlerimin yaşarmaması mümkün mü? Yanlışlıkla kaynamış suyun elektrik masrafların beş-on katı bir masrafla (kahve, bitki çayı) bizleri büyük bir israftan kurtaran Keynesreng’in kim bilir daha ne projeleri vardı. Arz-talep dengesi ona vız geliyordu. O çay ve kahveleri zorla da olsa bilerek içirecekti.
Kimine göre de yaşlı,
Mesela bana soracak olursanız
Ne gencim ne yaşlı...
Ben bu devrin insanı değilim.
Bu dönemin epeyce bir gerisindeyim...
Benim ruhum hâlâ mektupları seviyor, kalemle karalamayı seviyor.
Hâlâ mahcubiyet nedir yüreğinde hissediyor...
Hâlâ araba plakları görünce tuhaf bir hüzne dalıp gidiyor...
Ben hâlâ insanlarda minnet vefa arıyorum
Hâlâ iyi insan demek için önce merhameti baz alıyorum, gördüğüm meziyetler arasında...
Hâlâ maddiyatı manevi değerlerimden önce değil sonraya koyuyorum