Domatesle Tanışmak

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Bu hikâye okunduğunda domatesin bir oyuncak mı, meyve mi, sebze mi ya da yenilir içilir bir şey olup olmadığı, yaşanan olayla umudun nasıl söndüğü daha net anlaşılabilir. Olay 1960’lı yıllarda, Doğu Anadolu’nun en kırsal en yoksul bir köyü olan, Şenkaya ilçesi Yoğurtçular (Zuvart) köyünde, on altı nüfuslu bir ailede geçmektedir.

 
Dedem, nenem ve birlikte yaşayan evli üç oğul, bunlardan doğan çocuklarla birlikte, toplam 16 nüfustuk. Dedem ve nenem yaşlı olduklarından ötürü, tarla ve çayırların kontrollerini yapar ve daha kolay işlerle uğraşırlardı. Diğer üç kardeşten en büyüğü, terzi olarak yöredeki köylülere ya aldıkları kumaştan elbise dikerdi ya da eski yırtılmış elbiselere, yeni yamalar yaparak, düşük de olsa aileye önemli bir gelir sağlıyordu. Diğer iki kardeş ise sürekli tarla, çayır ve hayvanların bakımıyla uğraşan rençberlerdi. 
 
Yoğurtçular köyüne ait ayrıca mezra ve yayla olmak üzere iki yerleşim yeri daha vardı. Yılda üç kez bu üç yere göç ederek yaşardı köylüler. Bu düzen günümüzde hâlâ devam ediyor. Gerek bizim ailedeki nüfusun kalabalık olması gerekse hayvanların daha iyi bakımı açısından, mecburen aile ikiye bölünürdü. Ortancıl ve küçük kardeşler kendi aralarında anlaşarak, her yıl biri hayvanlarla birlikte kışın mezrada kalırdı. On altı nüfusu bir arada barındıracak ne merkezi köyde ne de mezrada yeterli odaya sahip ev vardı. Bu durum köylülerin büyük çoğunluğunda da aynıydı. Gerçi Anadolu’nun hemen hemen her yerinde, durum benzerdi.  
 
Merkezi köyde tek odalı büyük bir ev buna bitişik şekilde, büyük amcamın terzilik yaptığı bir de ikinci odamız vardı. Her iki oda doğal olarak kalabalık nüfusa yetmiyordu. Hem hayvanların daha iyi bakımı açısından hem de nüfusun ikiye bölünüp sığışabilmek için, kış ve yazın sürekli olarak mecburen mezrada da kalınırdı. Mezradaki tek odalı evimizin giriş kapısı ile, hayvanların barındığı ahırın kapısı aynıydı. Daha net ifadeyle, biz ve hayvanlarımız aynı giriş kapısından girip çıkardık. Sadece içeride hayvanlar ile bizim aramızda giriş kapısına kadar uzanan, duvar şeklindeki ağaçla bölünmüştü. Bu yüzden yatıp kalktığımız ev sıcak olurdu. Beş altı yaşlarına geldiğimizde, en büyük mutluluğumuz, kışın karda kızak kaymaktı. Soğuktan üşüyüp eve geldiğimizde ise, yine akraba ya da komşuların çocuklarıyla birlikte, ahırda saklambaç oynayarak akşam ederdik. Yeni doğmuş danalar ya da kuzular varsa onları sever, başlarını okşardık. Bizim için tüm bunlar en büyük mutluluk kaynaklarıydı. Bahar ve yaz aylarında, danaları ya da kuzuları alır otlatmaya götürürken, toprak, ot ve çiçeklerle buluşup özgürce koşardık. Amerikalıların Golf olarak modernize ettiği, Goc, çelik ve dağarcık oyunlarının tadını sonsuza dek çıkarırdık. Ve bu özgürlük, kışın tüm bunaltıcılığını üzerimizden atmamıza yetiyordu.  
 
Büyük amcamın terzi olması nedeniyle, hem çok insan gelir giderdi bize hem de amcam işi gereği Ardahan ya da Kars’a zaman zaman gidip, bazı terzilik malzemeleri alıp getirirdi. Ben 6 yaşlarındaydım. Her zaman olduğu gibi o sene baharla birlikte, yine büyük amcam dikiş makinesiyle birlikte mezraya gelmişti… Bir sonbahar mevsimiydi; amcam terzilik malzemesi almak için gün ışımadan atına atladığı gibi Kars’a gitmişti. Döndüğünde akşam yemek zamanıydı. Bu arada evde bulunan tüm nüfus iki ayrı yemek tahtası etrafında toplanmış, mis gibi kokan kömbeyi (Pağaç) yemeye hazırlanıyorduk.  
 
Amcam, Kars’tan satın aldığı malzemeleri yerleştirdikten sonra, o da yemeğe otururken yengeme,
“Heybenin gözünde domates var, onu yıka da getir yiyelim,” dedi. Yengem domatesleri yıkayıp getirdikten sonra, amcam her birimize ikişer domates düşecek şekilde pay etti. Herkes elindeki domatesi ısırıp yemeye başlamıştı ki, ben bunun ne olduğunu bilmediğimden elimde evirip çevirip anlamaya çalışıyordum. Ancak rengi ve şekli çok hoşuma gitmişti, onu yemek yerine onunla daha çok oyuncak olarak oynamak istiyordum. Ve sabah arkadaşlarıma hava atacaktım yeni oyuncağımla. Diğer amca çocukları benim domatesi yemediğimi amcama söylediler. Amcam da “Oğlum neden yemiyorsun, az mı oldu?” dedi. “Hayır amca az değil, yeterli, sonra yiyeceğim,” diyerek gerçek düşüncemi saklamıştım.  Çünkü domateslerle uzun süre oynamak istiyordum.  
 
O gece iki domatesimi gizlice kimsenin görmediği bir yere sakladım. Fakat birileri bulup alacak kokusuyla, gece üç defa uyanıp tekrar uyudum. Sabah olunca herkes işine gücüne dağıldıktan sonra, ben domateslerimi alarak, dışarıya çıktım, komşu çocuklarını yanıma çağırdım. “Bakın, bakın, amcam bana ne aldı!” diyerek hava atmaya başladım. Çocukların arasında komşu ve aynı zamanda akraba olduğumuz Ahmet ve Hasan da vardı. Hep birlikte bizim evin damında toplanıp domatesin ne olduğunu anlamaya çalışırken, Ahmet domatesin birisini elinden düşürdü ve domates hayvanların gübresinin atıldığı çöplüğe yuvarlanıp gitti. Ben Ahmet’le kavgaya tutuştum. “Oğlum domatesimi getir yoksa onun yerine senin başka bir oyuncağını alacağım!” diye bağırıyordum. Oysa en iyi oyuncağımız koyunların bacaklarının eklem yerinden çıkan kemiklerdi. Bunun bizim yöredeki adı aşıktı. Köylüler ip boyarken, biz bu aşıklarımızı ip boyasının kaynadığı kazanın içine atıp boyalardık. Boyadan sonra aşıklarımızın daha güzel ve renkli olması, bizi inanılmaz sevindirirdi. 
 
Ahmet’le kavgamızda üstün taraf ben olmuştum. Ahmet ağlaya ağlaya evine gitti. Benim derdim ise çöplüğe giden domatesi bir an evvel oradan almaktı. Domatesin bulunduğu yere benim gibi çocuk yaştakilerin gitmesi mümkün değildi. Büyük amcamın hanımına, “Yenge domatesim çöplüğe düştü onu alamıyorum sen al,” dediğimde, yengem “Yok, o artık yenmez, boş ver unut gitsin!” “Yenge ben onu yemeyeceğim, oynayacağım,” dedimse de yengemi ikna edemedim. Yengemse “Onunla fazla oynayamazsın, akşama doğru ezilip dağılır, oyuncak değil o!” dedi.
 
Böylece benim kafamdaki domates oyuncağı bitmiş oldu. “Artık ben diğer domatesi yemeliyim,” diyerek, elimdekini ısırıp bir parçasını ağzıma aldım. Tadı bana çok tuhaf gelmişti. Domatesin tadına hiçbir anlam veremeden, ikinci ısırmaya gerek duymadan, elimdeki domatesi de diğerinin yanına fırlatıp attım. Çocukluk dönemimde domatesle ilk tanışmam işte böyle olmuştu. 
 
Bizim yaşadığımız coğrafyada kuru ekmek, peynir, yoğurt, tereyağı ve sütten başka hiçbir şeyi göremiyorduk. Çoğu zaman bunlar da yeterli olmuyordu. Ama o yokluk, o yoksulluk içerisinde hayata büyük umutlar ve heyecanla sarılıp en büyük hedef okula gidip büyük insan olmaktı. Ne hazindir ki bir taraftan yokluk, diğer taraftan devletin acımasızlığı birçoğumuzun tüm hayallerini koparıp aldı. “Ondan sonra da Türkiye neden ilerlemiyor?” şeklindeki cahillerin sorularıyla oyalanıp durmakta toplum. Buna ilave edebileceğim binlerce yokluk, engel ve zorluklar varken, benim okuma hevesim hiçbir zaman yok olmadı. On altı yaşlarında olmama rağmen, ormandan kaçak ağaç kesip satarak harçlığımı çıkarırdım. Aynı zamanda ilçede okurken, yemek için evden götürdüğümüz tereyağını, satıp onun yerine vita yağı alırdık. Arta kalan parayı da yine harçlık yapardık. Eğitim hayatım boyunca, ihtiyaçlarımın büyük bir bölümünü kendi çabamla karşıladım. İşte Anadolu halkının çoğunluğunun gerçek yaşamı, bu tür zor hikâyelerle dolu. Günümüzde ise modern, teknik birçok olanağın olmasına rağmen, her şey daha iğrenç ve tüm doğallıktan uzak, çirkin bir hal almış durumda. Yeni kuşakların bu gerçeklikleri çok iyi analiz etmeleri gerekir.  
 
Cemal Zöngür 
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...