GÜNAYDIN HAYAT!

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Umutlarım tükenmişti; uyku haram olmuştu artık, uyuyamıyordum. Huzurum kaçmış, kendimi çaresiz hissediyordum. Şu dünyada 'bir dost bir post yeter bana' dediysem de, her nedense hep kazık yedim.

Gözlerimde yaşlar sızıyor istemesem de. Yavaşça kalktım yataktan, kapıyı açtım. Sabah olmak üzere... Çıktım dışarıya.

Koştuum… koştuum… Durmadan koştuum! Önüme bakmadan, karşıma bakmadan, nereye gittiğimi bilmeden koştum. Çıplak ayakla koştum. Ayak tabanlarımı acıtan çakıl taşlarına ve nefesimin tükendiğine aldırış etmeden koştum. Acılarım arkamdan koşuyor, sanki beni kovalıyordu. Birazcık yavaşlasam yine omuzlarıma çullanacak beni yavaşlatacaklardı sanıyordum. Kaçıyordum her şeyden. Tek başıma savaşmaktan bıkmış usanmıştım.

Bir orduyla savaştım hayatım boyunca. Hiç kimseden destek almadan hem de.  Birilerine güvenemedim. Birkaç deneyimim de bunu doğruladı.

En güvendiğim insanlardan destek istedim. Zor günlerimde ya acılarımla alay ettiler ya da bir taş da onlar vurdular.

Elimi uzattığımda tutacak bir dalım kalmamıştı. Ne de Şeyda mı dinleyenim. Yalnızdım, yapayalnız. Benim diyebileceğim hiçbir şeyim yoktu.

Horlandım, ezildim yıllarca. Kedinin fareyle oynaması gibi oynuyorlardı benimle. Bir yandan o acımasızlar, bir yandan felek. İtiyorlardı, arkamdan koşmam için daha da itiyorlardı.

Amaçsızca koştum. Arkama bir daha bakmadan. Beni yakalamalarından korktum. Varsın çalılar çizsin dizlerimi, ayaklarıma batsın her türlü cisimler, varsın tükensin nefesim. Yeter ki kurtulayım beni kovalayan bitmez tükenmez acılardan!

Bir de baktım ki ne göreyim! Yol tükenmiş. Yüksek bir uçurumun kıyısına yaklaşmışım. Durdum nefes nefese. Uçurumun dibine bakıyorum. Hiçbir şey net değil, sadece yeşil bir vadi. Ucu bucağı görünmüyor. Durup düşündüm. Arkama bakmaya korktum yine. Elime kocaman bir taş alıp fırlattım, arkamdan beni takip eden acılarıma. Bana mısın demediler. Hâlâ acımasızca, pişkin pişkin sırıtıyorlardı. "Tamam" dedim. “Bunlardan kurtuluşum yok. Atayım bari kendimi şu uçurumdan aşağıya. Nasılsa onlar da peşimden gelir. Ben yok olacaksam onlar da yok olur nasılsa. Kurtuluş yok bu uçurumdan. Temiz iş. Sakat kalmak da yok.”

Kafamı kaldırıp baktım;  ne bir kuş, ne de çevremde bir ses...

"Tamam" dedim yine. "Hiç kimse bulamaz beni buralarda. Birkaç gün merak eder sonra da unuturlar. Şu halime bak. Hâlâ başkalarını düşünüyorum"

O gözyaşları arasında bir de gülümsemez miyim? Kızdım sonra kendime.

"Eee daha ne bekliyorsun. Seni buraya kadar getiren ayaklarının vardır bir bildiği. Demek ki yolun sonu burası. Bugüne kadar ne oldu ki yaşadın da? Yaşamaz olsaydın, hatta bu dünyaya gelmez olsaydın."

Kocaman bir çığlık attım. Ben haykırdım dağlar, ovalar, vadiler benimle birlikte çığlık attı. Özlediklerinin, sevdiklerimin ismini haykırdım, "Aneee, Babaaa, Ablaaa..." devam etti gitti. Ben hıçkırdım dağlar hıçkırdı. Benimle birlikte dağlar da çağırdı onları. Hiçbirisi duymuyordu sesimizi. Arada sadece bir kurt uluma sesi geliyordu. Kulaklarımı tıkadım. Kurt sesini duymak istemiyordum.

"Gidiiin, giiidin!" diye bağırdım kurt sesine. Beni dinlemiyor daha da fazla uluyordu. Hiç aldırış etmedim. Ben yine çığlık çığlığa sevdiklerimi çağırmaya devam ettim. Dağlar kayalarda benimle birlikte çığlık atıyor onlara sesimi duyurmak için benimle birlikte var güçleriyle bağırıyorlardı. Ne yazık, ne yazık yine kurt sesleri öyle bir ulumaya başladılar ki! Sanki bir taneydi bin oldular. Ne benim sesim, ne de kayaların sesi. Her yeri kurtların sesi sarmıştı. Ümitlerim tükenmişti.

"Tamam" dedim. “Bu defa tamam bitti her şey. Gidiyorum." Arkama baktım, bir taş daha attım. Onları kızdırmak istedim İyice sinirlensin ki peşimden gelen o bitmez tükenmez acılar benimle birlikte onlar da atlasın, onlar da yok olsun. Kapattım gözlerimi. Derin bir nefes aldım. Ellerimi gökyüzüne açtım. Allah'ımdan af diledim. Üzülmesine neden olduğum herkesten özür diledim. Ve attım kendimi uçurumdan aşağıya.

Düşerken kendimi turnalara benzettim. Süzülüyordum kayaların arasından. Etrafımda kuşlar uçuşuyor, rengârenk çiçekler mis gibi kokularını saçıyorlardı. Böcekler ötüyor. Dünyanın en güzel melodilerini seslendiriyorlar. Kâh bulutların üstüne düşüyor kâh ışık saçan yağmur damlacıklarını tutuyordum avuçlarıma.

Aaaa o da ne kocaman bir gökkuşağı. Bir süre üstünde kaydım. Biraz daha uçuyordum ki karlar yağmaya başladı. Saçlarımın arasında kar taneleri. Avuçlarımı açıp karları topladım. Bir de ne göreyim, meğerse pamukmuş onlar. O pamukları acıyan ayağıma sardım. Oooh geçti, acı falan kalmadı.

"Ne kadar da yüksekmiş bu uçurum” dedim kendi kendime. “Bu yolculuk bitmeyecek galiba. Varsın bitmesin, cennet dedikleri burası olsa gerek." Derken, küt diye bir yerlere takıldım ve sanki yaylı bir halının üstüne düştüm de, beni yeniden havaya fırlattı. Gözlerimi açabildiğim kadar açtım.

"Tamam dedim. Bitti yolun sonuna geldim galiba. Buraya kadarmış ey hayat. Elveda Dünya!"

 Derken, küt diye tekrar düştüm ve yine yükseldim.

" Oh, oh amma da eğlenceliymiş bu uçurum. Şimdi de çocuklar gibi eğlendiriyor beni."

Birkaç kez zıplamadan sonra pestil gibi serilip kaldım.

"Şöyle bir bakınayım” dedim çevreme. O son bu muydu? Bitti de her şey ben farkında mı değildim?" Kendimi çimdikledim. Yok! Hâlâ yaşıyorum. Öyleyse bu ne peki? Yavaşça doğruldum. Etrafıma baktım. Ayağımın altına baktım. O da ne? Sarmaşık kocaman bir sarmaşık. İki kaya arasına doğal bir köprü yapmış. Köprü demek az gelir, kamelya bu resmen. Gökyüzüne doğru kafamı kaldırdım. Gözlerim kamaştı. Her yer ışıl ışıl. Elimi alnıma götürdüm. Gözlerime gölgelik yaptım. Atladığım yeri aradı gözlerim, başımı sağa sola çevirdim. Yok nerelerden atladığımı bulamadım. Ama sarmaşık yukarıya doğru öylesine güzel uzanıyordu ki, kırkayak gibi kayalara yapışmıştı. Çok güzel anlar yaşamıştım. Mutluluğu tatmıştım o birkaç saniyede. İkinci defa kendimi uçuruma bırakmaktan vazgeçtim. O kırkayak sarmaşıklardan tutunarak tırmanmaya başladım zirveye doğru. O birkaç saniyelik iniş yolu ne kadar da uzunmuş meğer tırmanırken. Bir türlü bitmiyor. Saatlerce zorlu bir yolculuktan sonra zirveye ulaştım. Her yer günlük güneşlik. Papatyalar açmış, arılar kelebekler uçuşuyor. Kuşlar ötüyor. Küçük küçük dereciklerden sular şırıl şırıl akıyor. Umutlarım canlandı yeniden. Gülümsedim yine, bu defa umutla. “Yeniden merhaba hayat, bak yine ben.” dedim. “Sen topunla tüfeğinle gelsen de ben sana zeytin dalı uzatacağım yine. Sen bilirsin; istersen her zaman olduğu gibi savaşırız, istersen de tutarsın zeytin dalımın ucundan barış ve huzur içinde geçer günlerimiz.”

Bir ses haykırıyor uzaklarda yine, dağların arasında zannetsem de, çok yakınımda;

Haydi kalk! Geç kalıyorsun uyan artık!

"Off yaa! Ne oluyor ya? Yoksa gördüğüm rüya mı? GÜNAYDIIIIIN."

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...