Murdar Et
Aynı köyden, uzaktan birbirine akraba ve candan samimi iki arkadaştı Cemal ile Dursun. Ortaokul ve liseyi birlikte okuyup aynı sırayı paylaşmışlardı. Bu arkadaşlıkları ta ki evlenip yaşam yerleri değişinceye kadar sürdü.
Aynı köyden, uzaktan birbirine akraba ve candan samimi iki arkadaştı Cemal ile Dursun. Ortaokul ve liseyi birlikte okuyup aynı sırayı paylaşmışlardı. Bu arkadaşlıkları ta ki evlenip yaşam yerleri değişinceye kadar sürdü.
Can’ın annesi, babası ve ben öylesine güzel bir üçgen oluşturduk ki, ona her şeyin doğrusunu öğretmeye çalışıyoruz. Benim tecrübelilerim, onların da yeni çağ bilgilerinin toplamının ürünü idi yaptığımız şey aslında.
Ben iki çocuk büyütmüş, emekli olmuş bir anneyim. ‘Artık dinlenme zamanı!’ diyordum kendi içimde.
Bir sabah ağabeyim geldi. Hâl hatırın sonunda, “Canım kardeşim, “ dedi sevecen bir sesle. “Can için güvenilir bir bakıcı bulamadık. Çaresiz kaldık. Senden ricamız torunum Can’a bakar mısın?”
Fesleğen kokulu odamda uzaklara dalar giderim zaman zaman. Öğrencilerimin, masum mutlu yüzleri, sıcak bakışları gelir gözümün önüne. Ve onlarla yaşanan tatlı anılar... O dersimde ne iyiydim! O öğrencim ne mükemmeldi!
Şu sınıfta nasıl gülmüştüm! Anılarımdan hiç silinmeyen öğrencilerim, en önemli etken oldu varlığımda. Onların ışıldayan gözleri ruhumda ışık, masum itirafları başarılarımda güç oldu. Yalın sevgileri sınırsız sevgimi doğurdu.
Her sokakta bir bakkalı vardır Hikmet’in; günde üç şişe de şarap iştikakı. Sabahki Altan Bakkal’dan, öğlen ikiden sonraki Güneş Abla’dan, akşamki de Büfeci İsmail’den. Fırıncı Kadir her sabah simit, poğaça peynir sarar, kendi elleriyle götürür verir Hikmet’e. Yediğinden emin olmak için de başında bekler. Öğlende Leyla Abla iki kap sefertası yapar gönderir garsonla; kaplar boş gelecek diye tembihler çocuğa. Akşam çorbası Şükrü Amca’dandır. Bir tek onun mekânına gider, orada içer çorbasını Hikmet.
Cemal ilkokulu bitirdikten sonra ailesiyle birlikte mevsimlik işlerde çalıştı. Fındık hasadı gelince ailesiyle Karadeniz’e gidiyor orada çalışıyordu. Pamuk zamanı gelince Çukurova’ya gidiyor yarı aç, yarı tok pamuk topluyordu. Çalıştığı yerlerde ne elektrik vardı ne sağlıklı içme suyu ne tuvalet ne de banyo etme imkânı. Arazide çadır kurup orada yiyip içerek yatıyorlardı. Yemeğe oturduklarında sineklerle yarışıyorlardı. Çalıştıkları yerlerde yerli halkın onları ötekileştirmesi, horlaması Cemal’e ölümden beter dokunuyordu.
Gözleri odanın loş ücralarında bir süre dolaştı. Dün akşamdan okuduğu ninesinden kalan dua kitabının desenlerine vuran ışık gözlerini kamaştırdı. Kamaşan gözlerini hayra yorarak tekrar ekrana döndü. Sonuçlar bir türlü açıklanmıyordu. Annesi içeri girdi umutlu bir ses tonuyla oğluna dönüp: ''İnşallah yakın bir yer çıkar oğlum. '' dedi.
Gülcan, kafenin merdivenlerini çıkarken çok heyecanlıydı. Haberdar olduğu ama göremediği ablasıyla ilk defa yüz yüze konuşacaklardı. Tabiri caizse tanışacaklardı. Birkaç gün önce telefon çaldığında şaşırmıştı. Bilmediği bir numaraydı ekranda görünen, açtığında kalbi duracak gibiydi.
“Merhaba Gülcan, ben Evin.”
“Evin mi? Hangi Evin?”
“Ablan, daha doğrusu üvey ablan Hülya. Telefonunu ondan aldım. Seninle görüşmek istiyorum.”
Saat dörde doğru artık gözleri kapandığından kitabı kapatacaktı ki son bölümdeki Tanrıçalar Neden Gitti? Şiirine takıldı gözleri. Şiiri okudukça kendisini de o tanrıçalardan saydı ve kitap elinden düştü. Artık yatmalıydı. O da öyle yaptı kitabı saygılı bir şekilde rafın kenarına koyarak.
Akşamdan çocuklarına “aşê tirş” hazırladı. Kenti gezip geleceğini, merak etmemelerini söyledi. Yorganını üzerine çekti. Şehri örten karanlığı, içine almış gibi karamsarlaştı. Yitik seslerini, korku, kuşku ve endişelerini dinledi. Rüyası onu, gençliğinin dağlarına, Zağroslara götürdü. Dağlar balçıktandı ve güneşte fırınlanmış gibi parlıyorlardı. Akasya, ceviz ve meşe kümelerinin dibinde dinlenen leoparlar, ceylanlar, dağ keçileri, yaban koyunları ve domuzları da balçıktandı. Saldırmıyorlardı birbirlerine. Nasıl olduysa, gelin tülü gibi ince bir sis çöktü birden. Balçık hayvanlar canlandı.
Okuyarak onun da gönlünü hoş tutmak istiyordu. İnanıyor ve biliyordu ki kendisi okursa annesi mezarında çok rahat uyuyacaktı.