LAİKLİK… AMA NASIL?[*]
küresel bir çaba da var. Tanrı bir kez merkezden uzaklaştırılırsa,
insanlar kendi efendileri hâline gelir… Sekülarizme karşı direnmeliyiz.”
(Ugandalı pastör Julius Rwotlonyo, 2020)
küresel bir çaba da var. Tanrı bir kez merkezden uzaklaştırılırsa,
insanlar kendi efendileri hâline gelir… Sekülarizme karşı direnmeliyiz.”
(Ugandalı pastör Julius Rwotlonyo, 2020)
27 Aralık 1861’de Londra'daki Karl Marx’ın Manchester'daki Friedrich Engels'e yazdığı üzeredir:
“Sevgili Engels,
(...) Bu arada yeni yıl için şimdiden mutluluklar dilerim. Eskisi gibiyse ben kendi adıma şeytana havale ederim.
Selam,
Senin, K.M.” (Karl Marx-Friedrich Engels Collected Works, Cilt 41, p.337)
Yoksa baktıkça doyamamak mıdır aşk?”[1]
Marcel Proust’un, “Hayata hak ettiği görkemi tekrar veren insanlar,” ifadesi, belki de en çok şairler için geçerlidir.
“Teşekkürler Hayat!” (s.152) yani “Gracias a La Vida!” diyen bir şairin şiirine dair yazmak hiç de kolay değil. Kimi zaman düz bir cümle kurmakta bile zorlanılırken, derin anlamlar içeren aşk şiiri yazmak kolay olabilir mi? Hem de hepimize, “Nullis amor est sanabilis herbis/ Aşkın ilâcı yoktur,” gerçeğini bir kere daha anımsatırken.
Çünkü şiir alacakaranlıkta
görebilen bekleyiştir.”[1]
Salih Bolat ile, 70’li yılların başında, Çıkrıkçılar Yokuşu’ndaki -bol cıgara dumanlı- ‘Petek’ edebiyat dergisi bürosunda tanışmıştım.
Onu nasıl anlatabilirim? Şairi (şiirini) anlatmaya kalkışmak zor olsa da, şiirinin hakkını verendir şair, dizeleri okurlarıyla bütünleşip, topluma mal olandır; tabii ki Füruğ Ferruhzad’ın, “Şair olmak, insan olmaktır,” deyişini “es” geçmeden…
Filistin’de yaşanan vahşet bir katliamın ötesinde, Siyonist sömürgeciliğin soykırımından başka bir şey değildir. Varsın kimileri bu tabloyu “HAMAS ile İsrail arasındaki savaş” olarak sunmaya kalkışsın; bu, gerçeği yansıtmayan bir manipülasyondur. Gerçek çok daha farklıdır. Ortada Siyonizm’e karşı anti-sömürgeci Filistin’in özgürlük mücadelesi vardır. Yaşananlar “Siyonizm”siz kavranıp/ sunulamaz.
3 fotoğrafçı / belgeselci arkadaşın aylar süren çalışmalar sonucu hazırladıkları bu sergi “kentsel dönüşüm” adıyla gerçekleştirilen bir kıyıma, toplu sürgüne, bir toplumsal travmaya dikkat çekiyor. Görmezden gelinen başka / öteki hayatlara dokunuyor. Postmodern "Sınıf kardeşliği" söylemini de yerle bir ediyor.
Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursam: "Herkesin aynı gemide" olmadığını gösteriyor. Aynı gemide olanların bile kimisinin "küpeşte yolcusu" olduğu gerçeği yalın biçimde ekrana / objektife yansıyor.
Göstermek ilk adımdır...
Bireysel, bölgesel, kıta ve uluslararası çapta savaşa karşı olmak için, önce kültürel, maddi, siyasal ve askeri alt yapı kültürler oluşturmakla mümkündür. Sıralanan güven sağlayıcı yapıları oturtmayan kişi, topluluk ve devletlerin savaşa karşıyım demesi üçyüzlülüktür.
Sabahattin Kudret Aksal’ın, “Tiyatro, sanatın tümü gibi bir okuldur. Eğitir, geliştirir insanı, dünyasının sınırlarını genişletir”; Genco Erkal’ın, “Tiyatro insandan insana bir iletişimdir. Araya elektronik ya da mekanik bir aygıt girmeden yapılan bir iletişim,” vurgularını önemsediğim için “Tiyatro kutsal amaçlardan gittikçe uzaklaşıyor,”[2] saptaması üzerine bir de 2000’lerde kafa yormakta yarar olduğunu düşünüyorum.
Asırlardır güvensizliğin tamamen dibe vurduğu toplumlarsa din, ırk kutsallığına sarılıp, namusu kadın şahsında gören teokratik anlayışlardır. Bu toplumlar olaylar karşısında profesyonel timsah gözyaşı dökerken, samimi olanlara taş çıkartırlar. Diğer modern timsah gözyaşıysa, Avrupa ve Amerika’nın, Rusya ile Ukrayna’yı savaştırıp, Ukraynalılara döktükleri gözyaşları, insanlık kırıntısını da yok etmiştir. Timsah gözyaşı politikası dünya toplumlarına o kadar derinlemesine nüfuz etti ki iki kardeş, akraba, aynı siyasi ve kültürden olanlarda dahi duygu, dostluk, güven bırakmadı.
"Bu çalışmanın amacı içeridekilere moral vermekten çok, dışarısı ve içerisi arasındaki politik sürekliliği göstermek. İçeridekilerin hürriyet mücadelesinin dışarıdakilere gündelik hayatlarında yaşadıkları “denetimli serbestliği” hatırlatmış olması. Bir not düşmek isterim. Şimdiye kadar sanat alanında bu kadar çok gezilen bir sergi görmedim. İnanılmaz bir izleyici ilgisi var. Bu ilgi, konunun ne kadar çok insanın hayatına dokunduğunu kanıtlıyor. İnsanlar bir duygu yoğunluğu ile sanki sözcüklerin arasında yakınlarını arar gibi geziyorlar sergiyi.