Çakıl Taşı/ Saadet Erdoğan
Yıllar nasıl da su gibi akmıştı. Neden ah çekilir bilinmez. Hâlbuki hayatımızın en uzun dönemi, öğrenim sonrası, savaşa gider gibi uygulama zırhına büründüğümüz o sancılı süreçtir.
Yıllar nasıl da su gibi akmıştı. Neden ah çekilir bilinmez. Hâlbuki hayatımızın en uzun dönemi, öğrenim sonrası, savaşa gider gibi uygulama zırhına büründüğümüz o sancılı süreçtir.
“Torunum ısınsın” diye. Dedem işe erkenden giderdi, ekmek parası işte. Soba yanardı, kalkardım. Yan odada halam uyurdu sürekli. Onun kalkmasını beklerdik. O ara nasıl da sinir ederdi beni. Sobaya tükürür, tükürüğün zıplaya zıplaya kaybolmasını beklerdim. Bazen de sakız atardım erirdi ama en güzeli portakal ve mandalina kabuğu idi! Nasıl da güzel bir koku çıkardı, cennet kokusuydu sanki. Dedem bazen günlerce eve gelmezdi. Dağ dağ dolaşır, ceviz ağaçlarından silah dipçiği yapardı. Dedem benim nasıl da güçlüydü. Sıkıntı olduğunda hemen çözerdi, dev gibi adamdı!
İhtiyaçlarımızı gördükten sonra tekrar yola koyulduk. Yol boyunca Aşık Mahsuni Şerif‘i dinledik. Elbistan’a yolculuk yapılır da Mahsuni dinlenilmez mi? Yolculuğumuz rahattı, Elbistan’ın girişinde telefon çaldı; arayan kaynımdı. “Kahvaltı hazır, sizi bekliyoruz” dedi. Birkaç kez aramış, ulaşamamış, merak etmiş işte. “Yakınız” dedik. Doğruca çarşıya gittik. Alış veriş yaptık, bazı siparişler verip ayrıldık.
Varter Tumacanyan, 1915’in savurduğu hayatlardan biri. 1900’lerin başında Dersim’de başlayan bu hayat, 1982 yılında Kayseri’nin Sarız köyünde sonlandı. Sürgün başladığında genç kızlığa adım atmak üzere bir çocuk olan Varter Tumacanyan, hayatta kalmayı başaranlardan biriydi. Sürgünden hemen sonra bir Alevi gençle evlenen ve hayatı ailesine hizmet etmekle geçen 11 çocuk annesi Varter, hikâyesini anlatamadan gitti öte dünyaya. Kara kefenle gömülen, derdi kendinden büyük bu Ermeni kadının yaşamından kesitler, şimdi en küçük kızı Şirin Tan’ın anlatımlarıyla yaşıyor.
Adını kimse bilmezdi belki. Küçücük bir kulübede dört adımlık bir yerde oturur gün boyu gazete ve dergi taşırdı. Onu ilk gördüğümde yarım yamalak Türkçesi ile yüzümüze bakıp konuşan bu adam içimi ısıtmıştı. Kısa boyu ve kara kuru suratıyla, Dağ Kapı meydanında baraka-büfe karışımı yerde otururdu. Elinde bozuk paraları ile oynar meydandan gelip geçen kızlara kaş altından gizli gizli bakardı.
"Emekli olup da ne yapayım?” dedi, “kahve köşelerinde, Şirinyer Hipodromunda ömür törpülemek istemiyorum"
Ardından sırıtarak otuz iki dişini gösterdi. “Hem ben emekli olmak istesem de kadınlar, genç kızlar bırakmıyor ki yakamı, emekli olayım!" dedi.
Şaşırmıştım. Kadınların ve genç kızların onun emekli olmamasıyla ne ilgisi olabilir diye geçiriyordum içimden. Dayanamadım sordum: “Ne alakası var ki?” diye sordum.
Alpaslan Türkeş’in CKMP'sinden, CHP ve TİP'e kadar uzayan geniş bir siyasal yelpazenin gençlik örgütleri, Grivas, Makarios, Yunanistan ve Amerika aleyhtarı sloganlarla Beyazıt’tan Taksime kadar yürümüşlerdi. Ben yürüyüşe, Türkiye İşçi Partisinin bir üyesi olarak katılmıştım. Deniz 'in çevresinde, kendisi gibi TİP'li bir grup genç vardı ve tüm TİP'lilere "Yanki go home" gibi anti-emperyalist sloganlar attırıyordu. Türkeşçiler ise "Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır," "Ordu Kıbrıs’a" diye bağırıyorlardı.
Hafta sonu yoldaşlar gelecekmiş Kalamaki’ye. İçimizden biri: "Biz de gidelim" dedi. Karşı çıkan da olmamıştı. Oysa ''kaçak'' onca insana görünür müydü hiç?
Kuşadası Kültür Merkezi başkanıydı bizi saklayan. Listemde şuan. İsterse kendini açıklar.
Bir tekne buldu. Elimde şarap, şarap şişesi de denizde. Soğuması için tutuyorum. Tekne kıyı'yı takip ediyor Kalamaki'ye gitmek için. 45 dakika sürüyor tekne yolculuğu. Yürüsek belki 20 dakikada varırız…
Bir an evvel Alibeyköy mezarlığına gitmek, o yiğit devrimcilere karşı son görevimi yapmak istiyordum. Üstelik işkencede katledilenlerden Orhan, kasabamın çocuğuydu.
Yol boyu birçok yerde belediye otobüsleri dâhil durdurulup, polisin hoşuna gitmeyenler ya gözaltına alınıyordu, ya da geri çevriliyordu.
Biz zor bela gitmiştik Alibeyköy’e, mezar uzağımızdaydı ve bir fırsatını bulup fırlayarak mezara doğru koşmayı planlıyorduk.
Birden seni gördüm Metin. Gülümsedik birbirimize ve selamlaştık.
“Bitli'sinizdir içeri bulaşmasın” derken, bir yandan da takılıyor bize. ''Bit yiğitte, pire itte olur'' diyor Mustafa.
Uşak Dev-yol davasında yargılanıyor. Koğuşta İgd'li yok, bu nedenle bize onlar yardımcı oluyorlar.
Hüseyin Taner Oltulu, Nihat Aydın... Hüseyin geçen yıl, Nihat geçen gün ayrıldı aramızdan... onlar da karşılama komitesindeler!
Her şeyin yasak olduğu günler. İğne bile yok içerde, alıyor dikiyor geri veriyoruz, ipliği bile yasak. Diğer koğuşlarla iletişim kurmamızı istemiyorlar. İpliğe not bağlar, diğer koğuşlara göndeririz diye.