Böyle kavga dostlar başına
"Kıymet arkadaşım, nedir bu halin böyle?"
Kıymet acı acı güldü.
“Sorma başıma gelenleri" diye hayıflandı. Başladı anlatmaya:
"Kıymet arkadaşım, nedir bu halin böyle?"
Kıymet acı acı güldü.
“Sorma başıma gelenleri" diye hayıflandı. Başladı anlatmaya:
Epey bir uğraştan sonra, aradığı yeri anca bulabilmişti. İyice emin olmak için, gözlüğünün camını silip, kapının üzerinde asılı duran tabelaya birkaç kez dikkatlice baktı: “Bir No’lu Ağır Ceza Mahkemesi” yazıyordu tabelanın üzerinde. ‘Nihayet buldum!’ diye içten içe sevindi. Buruk bir sevinçti bu. Telaşla saatine baktı: ‘’Duruşma saatine yarım saat kalmış …’’ diye mırıldandı kendi kendine. ‘ ‘’İyisi mi aşağıya inip bir simit alıp onunla karnımı doyurayım’’ Öyle de yaptı...
“Üç yıldır her türlü tutsak haneyi gördüm. Bu elbiseyi giymedim. Bundan ötürü ağır hücre ve işkencelerden geçirildim, ama yine de giymedim.” dedim.
Başgardiyan yüzüme dik dik baktı. Sesini yükseltti birden.
“Sus ulan!” dedim ona. Aramızdaki küçük bir itişme sonrasında müdürün odasına götürdüler beni.
Müdüre durumu anlattım.
“İstersem bu cezaevinden kaçabilirim.” dedim, “ ancak 7 aylık kesilmiş cezamı yatacağım ve cezaevinin insanlık onurunu kırabilecek hiçbir uygulamasına boyun eğmeyeceğim!”
Ben hâlâ ayaktayım. Metin Ermenilerin yaşadıkları zulümleri de romanlarında yansıtmış olması nedeniyle yüzünde derin bir keder; “Dostum, bir zamanlar burası neşeli ve üretken Ermenilerin yurduydu. Paskalyada bu manastır dolar taşarmış. Bağlar, bahçeler, ceviz ağaçları ve su arkları onların eseri. Ne var ki, 1915-1923 tarihleri arasında 1,5 milyonu katledildi kalan 500 bini çeşitli yerlere sürüldü. Elazığ ve civarlarında büyük katliamlar yapıldı. “Harput’ta İyice kulağını verirsen geceleri o kadınların çığlıklarını duyabilirsin hala”. Bir kısmı ise kaçarak Dersim’e yerleşti.
“Sen de biliyorsun ki benim dosyam ne siyasi ne de dini. Ben sadece ekmek parası kazanmak için Türkiye'ye geldim. Ve şimdi de o şansı benden aldılar. Şimdi bu söyleyeceklerimi yaz...”
“Hangi söylediklerini?”
“Mesela benim bir kahraman olduğumu yaz...”
“Ne yaptın da kahraman oldun? Yoksa mültecileri bu zorluklardan sen mi kurtardın?”
“Hayır bayım... Ben sadece kendim için kahramanım.”
“Nasıl yani? “
“Kışın üç ayı; eksi yirmi derece buz gibi bir havada; parkta, hastanenin bekleme odasında ve metro tünellerinde yattım.”
“İşini neden bıraktın?”
Mahkemede oğlunun davası sürerken karşı tarafla (oğlunu vuran polis ve arkadaşları) ilk defa karşılaşacaklar. “Can güvenliğimiz yoktur” diye mahkemeye gelmemiş, mahkeme heyetine dilekçe göndermişler.
Ben çocukluğumdan beri sineklerden hoşlanmam. Hele de yemeğimin üzerine konduklarını görsem, o yemeği karnım aç dahi olsa yiyemem. ‘Bu sineklerden nasıl kurtulurum, onları nasıl yok edebilirim?’ diye düşünmeye başladım. Bir sineklik almak istiyordum ama nereden ve nasıl alacaktım. İsmi nasıl söylenir bilemiyordum. Benim konuştuğum dille, Türkiye’de konuşulan Türkçe farklı, üç yıldır buradayım ama yine de zorlanıyorum işte! ‘En iyisi buradaki tek can arkadaşım Behruz'un yanına gitmek, ona derdimi anlatmak!’ diye düşündüm. Kalkıp mağazasına gittim.
Yanında, tehcir çocuklarını toplamak amacıyla kurulan Hay Ganants Liga'ya bağlı iki atlı. İyi. Çok iyi. Beklenenler nihayet gelmişlerdir. Karşılaştığı küçük işleri büyük dağlara benzeten adam, ahırdan ve ahırlaşan kendi içinden çıkıyor. Gelenlerle tokalaşıyor. Dinliyor, konuşuyor, eve giriyor sonra, iki çocuk getiriyor.
"Talandan uzak durun, tamahkârlığa hıyanete düşmeyin," diye başladı. "Adımlarınız, adımlarıma uysun, benimle hem-pa olun; seriniz serime uysun, benimle hem-ser olun; yolunuz yoluma uysun, benimle hem-rah olun; nefesiniz nefesime uysun; benimle hem-nefes olun; tehcir devrindeyiz, İblis'e uyup, mala namusa sataşmayın, anınız anıma uysun, benimle hem-dem olun."
Yaşamını bir süredir dondurduğunu, yaşadıklarını dinlenmeye bıraktığını, kaç gecedir yaşamla inatlaşarak uykuya ayak dirediğini hissediyordu. Hâlbuki son günlerde yaşadıklarıyla yüreği yorgundu. Yüreğinin başköşesindeki sırça fanusunda, başına papatyadan bir taç takılı kadını saklıyordu. Ve o kadın bir yaşamdı. Yaşam ise hızla akıp geçiyordu. Bazen cam kırıkları tüm organlarına, en çok da yüreğine batıyordu. Kimse görmüyordu can çekiştiğini. Bugün farklı bir gündü…